- ''Hak edilmesi'' gereken bir başka yaşam umudu ya da yaşamın kendisi için değil de onu aşan büyük bir düşünce için , en yüce olan için yaşayanların hilesi, ona bir anlam verir ve ona ''ihanet eder''.
- Bir insan için dünyayı anlamak onu insansala indirgemek, ona damgasını basmaktır.
(...)
İnsan evrenin de sevip acı çekebileceğini benimseseydi, uzlaşmış olurdu. - Öyle ya, kim ve ne hakkında "Bunu biliyorum!" diyebilirim ki? İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, var olduğu yargısına varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da var olduğu yargısına varıyorum. Tüm bildiğim burada duruyor, gerisi kurmaca. Çünkü varlığından emin olduğum bu "ben"i kavramaya çalıştım mı, onu tanımlamaya, özetlemeye çalıştım mı, parmaklarımın arasından akıp giden bir su oluveriyor. Bürünebildiği tüm yüzleri bir bir çizebilirim, ona verilmiş olan her şeyi, bu eğitimi, bu kökeni, bu ateşliliği ya da bu susmaları, bu büyüklüğü ya da düşüklüğü de bir bir çizebilirim. Ama yüzlerin toplamı yapılamaz. Benim olan bu yürek bile hep tanımlanamaz kalacak benim için. Varoluşum konusunda vardığım bu kesinlikle, bu güven vermeye çalıştığım öz arasındaki çukur hiçbir zaman dolmayacak. Kendi kendime yabancı kalacağım hep.
- Bu dünyanın kendisini aşan bir anlamı var mı, bilmiyorum. Ama bu anlamı bilmediğimi, öğrenmenin de benim için şimdilik olanaksız olduğunu biliyorum. Kendi koşulumun dışında olan bir anlamın benim için anlamı ne? Ben ancak insan ölçüleriyle anlayabilirim. Dokunduğum şey, bana karşı direnen şey, işte budur benim anlamadığım. Bu iki kesinlik, saltıklık ve birlik isteğimle bu dünyanın usa ve mantığa uygun bir ilkeye indirgenmezliği, bunları uzlaştıramayacağımı da biliyorum. Yalana başvurmadıkça, benim olmayan, benim kendi koşulumun sınırları içinde hiçbir anlam taşımayan bir umudu araya sokmadıkça, bundan başka hangi gerçeği tanıyabilirim?
- Tek yapmam gerekenin arkamı dönmek olduğunu, böylece hiçbir mesele kalmayacağını düşündüm. Fakat güneşten ışıldayan bütün bir kumsal beni arkamdan itiyordu. Pınara doğru birkaç adım attım. Arap kımıldamadı. Ne de olsa epeyce uzaktaydı. Belki yüzündeki gölgeler yüzünden, güler gibi bir hali vardı. Güneş yüzümü yakmaya başlıyordu, ter damlalarının kaşlarımda biriktiğini hissettim, tıpkı annemi gömdüğümüz günkü güneşti ve bu tıpkı o zamanki gibi en çok alnım ağrıyor, tüm alın damarlarım, derinin altında hep birden atıyordu. Bu yanma hissine dayanamaz hale gelince, ileriye doğru hareket yaptım. Bunun budalaca bir şey olduğunu, bir adım atmakla güneşten kurtulamayacağımı biliyordum. Ama ileriye doğru bir tek adım attım. Bu sefer Arap yerinden doğrulmaksızın bıçağını çekip, güneşin altında bana gösterdi. Işık, çeliğin üzerinden fışkırdı; alnıma kadar ulaşan uzun ve parlak bir kılıcı andırıyordu. Aynı anda, kirpiklerimde biriken ter, birdenbire gözkapaklarımın üzerine aktı, onları ılık ve kalın bir perdeyle örttü. Bu gözyaşı ve tuz perdesinin arkasından gözlerim bir şey göremez olmuştu. Sadece güneşin alnımdaki zonklayışını ve belirsiz bir şekilde de, karşımdaki bıcaktan fışkırmaya devam eden parlak ışık kılıcını seziyordum. Bu yakıcı kılıç kirpiklerimi kemiriyor, acıyan gözlerimi oyuyordu. İşte o an, her şey titreşti. Denizden koyu ve ateşli bir soluk geldi. Sanki gökyüzü boydan boya yarılmış da ateş yağdırıyor gibi geldi. Bütün benliğim gerildi, tabancamın üzerindeki elim kasıldı. Tetik oynadı, kabzanın cilalı yüzü elime değdi. İşte her şey o an, o hem sert, hem sağır edici gürültünün içinde başladı. Teri de güneşi de silkeledim. Günün dengesini bozduğumu, üzerinde mutlu anlar geçirdiğim kumsalın olağanüstü sessizliğini mahvettiğimi anladım. O zaman, hareketsiz vücuda dört el ateş ettim, kurşunlar birbiri peşi sıra bu vücuda gömüldü. Felaketin kapısına vurduğum dört sert darbeydi sanki bunlar.
- Az bir zaman sonra Marie bana mektup yazdı. İşte, o andan sonra hiçbir zaman sözünü etmek istemediğim şeyler başladı. Herhalde hiçbir şeyi gereğinden fazla büyütmemeli insan.
- O gün gardiyan gittikten sonra yemek kabımda yüzümü seyrettim. Bana öyle geldi ki, gülümsemeye çalıstığım halde, görüntüm ciddi duruyordu. Kabı oynattım. Yeniden gülümsedim, ama görüntüm hep o aynı ciddi, o aynı üzgün halini bırakmadı.
- Ne yazık! İnsan özdeyişleri kendi yaradılışının çukurlarını doldurmak için benimser.
- İnsan bana yürüyen bir adaletsizlik gibi görünür bazı bazı: kendimi düşünürüm. Bu anda içimde yazdığımda aldandığım ya da yalan söylediğim gibi bir duygu varsa, adaletsizliğimi dürüst olarak nasıl ortaya koyacağımı bilemediğim içindir. Hiç kuşkusuz, adaletli olduğumu hiçbir zaman söylemedim. Öyle olmaya çalışmak gerektiğini, bir de bunun bir güçlük ve bir mutsuzluk olduğunu söylediğim oldu yalnız. Ama fark o kadar büyük mü? Ve adaleti kendi yaşamında bile egemen kılamayan kişi adaletten dem vurabilir mi? Hiç değilse onura, bu adaletsizlerin erdemine göre yaşanabilseydi! Ama dünyamız bu sözcüğü "müstehcen" sayıyor; aristokrat da yazm ve felsefe küfürleri arasında yer alıyor.
- Ufak adımları sıklaşır: yarın her şey değişecek, yarın. Birdenbire anlar ki yarın da böyle olacaktır, öbür gün de, tüm öteki günler de. Ve bu çaresiz buluş ezer onu. İşte böyle düşünce öldürür insanı. Bunlara katlanamadığı için öldürür insan kendini ya da, gençse, tümceler kurar.