- Ai Ching ve Ho-Şi-Min, doğunun sömürgeciliği ile Paris'in zor hayatı arasında yoğrulmuş gerçek iki doğu şairdir. Hapisten çıkan bu iki şair ülkelerinin dışında, dilenen öğrenciler ve garson olmuşlardı. Devrim umutlarını hiç bir zaman yitirmemişlerdi; alınyazıları şiirleri yumuşamış, politikaları demir gibi sertleşmiş olarak ülkeye getirmişti onları. ...Ai Ching'in çok kötü bir alınyazısı oldu. Önce onu Gobi çölüne sürgün ettiler. Sonra yine yazmasına izin verdiler, fakat gerçek adını kullanmadan, başka bir adla. Bu onun edebi intiharı olmuştur.
- Dostumuz kadın yazar Ting- ling, Çan-kay-şek ordusunun bir askeri ile aşk hayatı yaşıyor diye suçlamıştı. Gerçekte ise bu ilişki büyük ihtilalden önce kapanmıştı. Sevgilisinden ayrılmış ve dünyaya yeni gelmiş çocuğu ile büyük yürüyüşün zor yıllarına katılmıştı. Oysa bunlar dikkate alınmadı ve yazarlar birliği başkanlığından uzaklaştırılarak, yıllar boyu başkanı olduğu birliğin lokantasında garsonluk yapmaya zorlandı. Ting-ling, bu görevi öylesine gurur ve haysiyetle yaptı ki, cezası artırılarak taşranın bir köşesindeki kampa mutfak hizmetine gönderildi. Çin edebiyatının bu mükemmel kadın yazarından en son duyduğumuz bu idi. (Ding Ling)
- ?Belki Santiago?daki evimin önünde uzanan bağları, Şili güzünün altın renkli kavaklarını görmeyeceksin. O altın renk bir başka bitkide yoktur. İlkbaharda çiçek açan kirazları görebilseydin, ovalarda güzel kokular saçan fundalıklardan koparabilseydin, ne kadar sevinirdim. Melipilla yolunda köylülerin evlerinin damlarına koyduğu altın mısır koçanlarını görseydin, ayaklarını İsla Negra?nın o buz gibi berrak sularına sokabilseydin! Fakat sevgili Simonov, ülkeler aralarına engeller döşüyor, birbirlerine düşman oluyor ve insanlar bir araya gelemiyor. En hızlı füzelerle göğe çıkıyoruz, ellerimizi ise kardeşçe duygularla birbirimize yaklaştıramıyoruz. Bilsen, ne kadar üzgünüm.?
- İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Din törenleri ve duaları şiirden doğdu. Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle kendinin bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korumak için rahip dediler kendilerine. Günümüz şairi ise şiirini haklı göstermek için sokağın ve insan yığınlarının kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi, din adamlarının en eskisidir. Eski zamanlarda, karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzde ise ışığın yerini göstermek zorunda.
- Şimdi Moskova'dayım. İlya Ehrenburg'un evindeyim. Edebiyatın bu büyük savaşçısı, kırkbin kişilik bir ordu kadar tehlikeli bir Nazi düşmanıdır. Stendhal'dan mı yoksa böbrekten mi daha çok anladığını hiçbir zaman öğrenemedim.
- Hastalıklı davranışlar ve acı çekişler, şairliği hazırlamanın reçetesi diye övüldü. Hölderlin deli ve bahtsızdı. Rimbaud tedirgin ve acılıydı. Gerard de Nerval, kötü bir sokağın fener demirine kendini asmıştı. Bunlar, yüzyılın sonlarına sadece güzelliğin baş döndürücülüğünü değil, acılar yolunu da armağan ediyorlardı. Kalp inanış, fikir ve düşünce yaratıcılığın temel şartını böylesine dikenli bir patika olarak gösteriyordu. Dylon Thomas bu yolda son kurbanlardan biridir. "Şairlerin acılar içinde kıvranması gereklidir. Umutsuzluk içinde yaşamak, umutsuzluğun türküsünü yazmak durmamacasına." bu bağlayıcı kurala uyanlar çoktu. Yazılı olmasa da bağlayıcı kurala boyun eğdiler. Bu gözle görülmeyen buyrultu, şairleri yırtık pabuçlara, hastane köşelerine ve morga mahkum ediyordu. Herkes hoşnuttu. Birkaç damla gözyaşı akıttıktan sonra şenlik sürüp gidiyordu. Dünya değiştiği için olup bitenler değişiyordu. Biz şairler, neşenin başkaldırıverdiğini hissettik. Bahtsız şair, haça gerilmiş yazar, kapitalizmin alacakaranlığında mutluluk töreninin bir parçasıdır. Beğeniler büyük bir ustalıkla ters yöne itilir. Bahtsızlık, yaratıcılıkların mayasını çoğaltır, diye.
- Şairin görevi tarihte hep aynıydı belki de! Şiirin onuru, sokağa gitmek şu ya da bu mücadeleye katılmaktı. Ayaklanmış yığınlar "Şiir, bir ayaklanıştır." dediğinde şair hiç korkmadı. Şair, "sen bir devircisin." denildiğinde de bir hakaret anlamı çıkarmadı bundan. Hayat, yürürlükte toplum yasalarını aşar, insan ruhu için yeni kanun kitapları oluşturur. İnsanoğlunun kurduğu düzenin her gün değişimini heyecanla yaşarız.
- Al ekmeği benden İstersen havayı da; Ama gülüşünden mahrum etme beni. Koyma gülsüz ve çiçeksiz beni Sevinciyle coşarak parıldayan sudan Ve senden yayılan Gümüşün kıvılcımlarından?
- Yere düşmüş tozlu bakışlardan sessiz yapraklardan kendilerini gömen. Işıksız madenlerden, boşluğu, apansız ölen günün yokluğunu taşıyan. Ucunda ellerin, göz kamaştıran kelebekler, uçsuz ışıklarıyla yukarı uçuşu kelebeklerin. Işığın kuyruğunu korudun sen, kırık varlıkların, kiliselere savurduğu terk edilen güneşin batarken. Bakışlarla lekelenmiş, amacıyla arıların, apansız alevden kaçan madden senin gelip önceden, izler günü, altın ailesini onun. Gizlice geçer pusuya yatmış günler, ama düşerler senin ışıktan sesine. Ah, aşkın hanımı, dinlenişine senin kurdum ben düşümü, sessiz duruşumu. Ürkek sayılı gövdenle senin, apansız uzanmış yeryüzünü tanımlayan niceliklere, arkasında günlerin dalaşının, boşlukla ağarmış, yavaş ölümlerle soğuk, solgun uyarıcılarla, yanan kucağını duyarım senin, gezgin öpüşlerini körpe kırlangıçlar yaratan uykumda. Gün olur, çıkar yazgısı gözyaşlarının yaş gibi alnıma, orada çarpar, paramparça ölür dalgalar: ıslaktır devinimleri, çökkün, en son.
- ?.. Ama ayaklarını seviyorum.. çünkü onlar; toprakta, rüzgarda, sularda yürüdüler.. Beni bulana kadar..?