- Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var Akil için son tavır,saçlarını yolmak var...
- Veli dua ediyor, diyor ki: "-Allah'ım, istiğfarlarımdan dahi sana istiğfar ederim!" Buyurun! Çünkü istiğfarda da samimiyet eksikliği var... "Ben bir daha yalan söylemeyeceğim, beni affet!" derken Allah'a en büyük yalanı söylüyoruz. Veli ise, böyle istiğfar ediyor.
- Ah dostum, benim dostum! Sanat, önü kalabalık bir çeşmedir. Kimi bu çeşmenin bilek kalınlığında dökülen kevseriyle avuçlarını doldurup içer, kimi dolu avuçlardan fışkıran damlacıklarla dilini ıslatır, kimi çeşmenin yalağındaki artık sulara başını gömer, kimi de bu artık suların toprak üzerinde akan ve ayaklar altında ezilen bulanık ve çamurlu yollarına yüzükoyun kapanır.
- -Hiç unutmuyorum. Bundan 20 sene evvel, ben Ceyhan'da bir banka memuru iken bir Maraşlı, beni oradaki çiftliğine dâvet etti. Göz alabildiğine dümdüz uzayan bir ovanın ortasına kakılmış bir çardağın üstünde ve gümüş bir sini biçimindeki ablak bir ay altında, gözyaşlarını gizleyemeden bana sabaha kadar, Maraş kurtuluşunu safha safha anlattı. Ömrümde, şiir akışı ve hayâl şahlanışı bakımından bu kadar güzel bir gece geçirmedim. O anlattıkça dümdüz ve çırçıplak ova, dağ, akar su, uçurum, insan ve at; bir efsane kalabalığıyla doldu. Bu kalabalık beni, düşüncelerimi gün doğuncaya kadar bekledi. Maraş'ın mânasını billûrlaştırmak için yazdığım (Tohum) piyesindeki fikri işte bu gece avladım. Okuduğum, dinlediğim ve tahayyül edebildiğim hiçbir destan, Maraş'ın kurtuluş destanı kadar güzel, zengin ve tüyler ürpertici değildir. İşte Maraş mucizesi ve mucizeyi gören akla sığmaz hâdiselerin intıba ve teessür halinde ifadesi!
- Tanrıkulu bana dedi ki: -Sen Maraşlıymışsın, öyle mi? -Evet efendim; ben kökte Maraşlıyım ama, İstanbul'da doğdum, hatta babam da İstanbullu... -Dur, sana şu Maraş'tan lâf açayım! Milli Mücadele yıllarında, Maraş'ın içyüzüyle mahrem kalan cihadından.... .... Günlerden cumaydı. Öteye ve Allah'a inanan Maraş, ibadetindeydi. Bir Maraşlı, ibadetini bitirenleri mabedin kapısında karşıladı ve haykırdı: -Kalede yabancının bayrağı dalgalanırken kıldığınız cuma namazının sıhhatine güvenebilir misiniz? En aziz duygu, en sağlam benlik desteği olan İstiklal, Maraşlılara, secdede duydukları vecd içinden ses veriyordu. -Hayır! Dediler ve hep beraber Mabedden çıkıp doğru kaleye gittiler. Bir ibadet sonuna ancak bu kadar güzel bir hareket eklenebilir. Hakiki kahramanların vekar ve teennisiyle işgal kumandanını istediler. Bir türlü ibadet kadrosundan çıkamayan o günkü hareketlerini, kendilerini şu ulvi izahiyle düğümlediler: -Biz Allah'a inananlardanız! Ölüm, bizce korkulu bir son değil. Bütün silahımız bu! Elinden yalnız ölümü hiçe saymak gelen bir insan kümesiyle pençeleşmekte ümit ve değer buluyorsanız topraklarımızda kalırsınız; bulmuyorsanız gidersiniz.
- Bir kuş nevi düşün ki, kanatlarını telletip, pullatıp torbaya sokuyor ve toprak üstünde sümüklü böceklerle sürünme yarışına çıkıyor. Bu kuş nevinin, sümüklü böcekten daha aşağı olduğunu kabul etmez misiniz? Demek ki, bu kuş nevinde kanat, bir çok insanın bir çok uzvu gibi memur olduğu faaliyetin sadece yalancı şahitliğini yapacak.... İşte, bir türlü olamamış, yapamamış, meydana çıkamamış, gözlere görünememiş bir takım fikir ve sanat cücelerinin hali!
- Sen onlara şöyle hitap et: - Evvela, kahvehane, pastane, meyhane dâhîliğinden tiksinelim! Bir dam altına, bir dâvanın çatısı altına çekilip vicdan rahatıyla temiz bir uyku uyuyalım! Ertesi sabah da, küflü aynada öz suratlarımızdan ürkmeksizin güzel güzel yıkanalım, saçlarımızı tarayalım, giyinelim, kuşanalım, göğüslerimizi ilikleyelim, potinlerimizi parlatalım! Ve her şeyin başında ve sonunda ruhlarımızı tımar edip, sokağa, caddeye, meydana, dört yol ağzına, kalabalığa, esere, kitaba, deftere, hokkaya, kaleme ulaşalım!
- Öyle bir zaman ve mekanda yaşıyoruz ki, balın maddesini tahlil, lezzetini tayin, müşterisini ihya, satıcısını temin, piyasasını teşkil işi bizzat arıya düşüyor. Onun içindir ki, bir şey olmak isteyen mefkûre âşığı genç adam, kıymeti, bedbaht ve şaşkın arıların meclisinde arayacağına, onların mahsûlünü kıymetlendirecek mutavassıtlar zümresinde arasın.
- En eski nesiller, pilâv, börek, baklava tadındaydı. 1914 Dünya Harbi nesli, barut, kan ve zehirli gaz lezzetini getirdi. Şimdi, benzin, atom bombası yanığı ve (D.D.T.) tadındaki yeni nesli beklemek lazım!...
- Reis Bey - Kalplerinizi değiştirin! Size hakikat gibi görünen şeylerin hemen değiştiğini görürsünüz. - Sayfa 76