Utangaç değildim bu konularda; ama birden söyleyecek şey bulamadım. Yüreğim çeşitli duygularla ağız ağızaydı ama kafamda tek hece yoktu.
Halk şarkılarını dinlediğimizde varlığımızın temelinde nelerin yattığını anlıyorduk.
Bir gün gelecek,tek bir yüzüm kalacak. Ve bu, kötü yüzüm olacak kuşkusuz. Yani ciddi olan. Razı olmayı kabul eden.
İnsan, var olan birinin yokluğundan nasıl acı duyabilir?(Jean-Marc bu soruyu cevaplayabilirdi: İnsan, sevdiği adamın karşısında özlemle yanabilir; onun gelecekte var olmayacağını seziyorsa; sevdiği adamın ölümü, görülmemekle birlikte daha o zamandan varlığını duyuruyorsa.)
Ne var ki duygulara kimse karşı koyamaz, oradadırlar ve her türlü bastırma girişiminden bağımsızdırlar. İnsan, yaptığı bir hareket, söylediği bir söz yüzünden kendine kızabilir, ama yaşadığı bir duygu yüzünden kızamaz, çünkü duygularımız üzerinde hiçbir gücümüz yoktur.
Geçmişi anımsamak, onu hep sırtı da taşımak, dedikleri gibi, belki de insanın kendi ben'ini koruyabilmesi için gerekli tek koşul. Ben'in çekip küçülmemesi, oylumunu koruması için, anıları bir saksı çiçeğini sular gibi sulamak gerekiyor; ve bu sulama işi, geçmişin tanıkları ile, yani dostlar ile sürekli temas halinde kalmayı zorunlu kılıyor. Onlar bizim aynamız; belleğimiz; onlarsan hiçbir şey beklemiyoruz, yeter ko zaman zaman o aynayı parlatsınlar, parlatsınlar ki, yüzeyinde kendimizi görebilelim.
Bugün, can sıkıntısının miktarı -can sıkıntısı ölçülebilir bir şeyse-, eskiden olduğundan daha fazla. Eskiden yapılan meslekler, hiç olmazsa birçoğu, insanın o mesleğe karşı kişisel bir tutkusu yoksa, akla bile getirilmeyen mesleklerdi: topraklarına âşık köylüler; güzel masaların büyülü yaratıcısı dedem; köydeki insanların tümünün ayak ölçülerini ezbere bilen ayakkabıcılar; ormancılar, bahçıvanlar; o dönemlerde askerlerin bile birbirlerini tutkuyla öldürdüklerini düşünüyorum. Yaşamın anlamı, insanlar için 'bir soru işareti' değildi, yaşam onlarla birlikteydi, tüm doğallığıyla, ilişkilerinde, tarlalarındaydı. Her meslek kendine özgü düşünce tarzını, kendine özgü varoluş biçimini yaratmıştı. Bir doktor, bir çiftçiden başka biçimde düşünüyordu, bir askerin davranışı, bir köy öğretmeninin davranışına benzemiyordu. Oysa bugün, hepimiz birbirimizin benzeriyiz; işimize karşı gösterdiğimiz ortak ilgisizlik bizi birbirimize bağlıyor. Bu ilgisizlik bir tutku haline geldi. Çağımızın tek büyük, kolektif tutkusu.
Şimdi haksızlık ettiğini görüyordu: Tomas'ı gerçekten büyük bir aşkla sevse, dişini sıkar onunla dışarıda kalırdı! Tomas orada mutluydu. Yeni bir yaşam uzanıyordu önünde! O ise kalkmış terk etmişti onu!..
Bir başkası onu hiç bu çirkin kadın kadar sever miydi? Ama aşkın yanında güzellik ya da çirkinlik neydi? Büyüklüğüyle mutlaklığı yansıtan bir duygunun yanında bir yüzün çirkinliği neydi?
Mirek'in yasamiyla olan ilişkisi, bir yontucunun yaptığı yontuya, bir romancinin yazdığı romana karşı davranisina benziyordu. Bir romancinin yazdığı roman üstünde yeniden çalışabilmesi, onun en dokunulmaz hakkıdır. Başlangıcı hoşuna gitmezse, o bölümü yeniden yazabilir ya da kaldırıp atabilir. Ancak, Zdena'nin varlığı, Mirek'e bu yazar ayrıcalığını tanımıyordu. Zdena romanın ilk sayfalarında yer almakta direniyor ve silinmeye razı olmuyordu
Behiç Ak
James Bowen
İpek Ongun
Haldun Taner
Adalet Ağaoğlu
Yılmaz Yeşildağ
Reşit Haylamaz
Burçak Çerezcioğlu
Yusuf Hayaloğlu
Woody Allen