- Sadist kişi yönettiği insana ihtiyaç duyar, hem de ölesiye, çünkü kendi güçlülük duygusunun kökleri, birisinin efendisi olduğu gerçeğinde yatmaktadır. Bu bağımlılık bütünüyle bilinçsiz efendisi olduğu gerçeğinde yatmaktadır. Bu bağımlılık bütünüyle bilinçsiz olabilir. Dolayısıyla örneğin bir adam karısına sadistçe davranabilir ve ikide bir ona evi terk edebileceğini ve eğer bunu yaparsa çok memnun olacağını söyleyebilir. Çoğu durumda kadın öylesine yıkılmış olacaktır ki, erkeği terk etmeye cesaret edemeyecektir, bu nedenle her ikisi de erkeğin söylediğinin doğru olduğuna inanmayı sürdürecektir. Ama eğer kadın onu terk edeceğini söyleyecek cesareti bulursa, her ikisi içinde oldukça beklenmedik bir şey olabilir; erkek umutsuzluğa kapılacak, ruhsal açıdan çökecek, kendisini bırakmaması için karısına yalvaracak; onsuz yaşayamayacağını söyleyecek, onu ne kadar çok sevdiğini, vb. anlatacaktır. Genellikle kendini şöyle ya da böyle ortaya koymaktan korkan kadın, ona inanmaya, kararını değiştirip onunla kalmaya eğilim gösterecektir. Bu noktada oyun yeniden başlar. Erkek eski tavrını takınır, kadın onunla yaşamayı giderek daha zorlu bulur, yeniden patlar, erkek yeniden ruhsal olarak çöker, kadın gitmekten vazgeçer ve bu defalarca tekrarlanıp durur. Bu döngünün yeniden ve yeniden tekrarlanıp durduğu binlerce evlilik ve başka türlü kişisel ilişkiler vardır ve bu büyülü döngü asla kırılmaz. Erkek, kadını o kadar sevdiğini ve onsuz yaşayamayacağını söylerken yalan mı söylüyordu? Sevgi söz konusu olduğu sürece bu, bütünüyle sevgiyle neyin anlatılmak istendiğine bağlıdır. Onsuz yaşayamayacağını söylemeye varan savı- elbette gerçek anlamıyla ele almaksızın ? kesinlikle doğrudur. Onsuz ? ya da en azından kendi ellerinde çaresiz bir araç olduğunu hissettiği birisi olmaksızın ? yaşayamaz. Böyle bir olayda sevgi duygularının sadece ilişki çözülme tehlikesine girdiği zaman ortaya çıkmasına karşın, öteki olaylarda sadist kişi, üzerinde erk sahibi olduğunu hissettiği kişileri açıktan açığa ?sever?. İster onun karısı, çocuğu, asistan, bir garson ya da ister sokaktaki bir dilenci olsun, egemenliğinin nesnelerine yönelik bir ?sevgi? duygusu, hatta minnet vardır. O gerçekte onlara egemen olduğu için onları ?sever.? Nesnel şeylere, övgüyle, sevgi güvenceleriyle nükte ve parlak zeka gösterisiyle, ya da ilgi göstererek, söz konusu insanları kandırır. Onlara bir şeyin ? özgür ve bağımsız olma hakkının ? dışında bir şey verebilir. Bu olay kümesi, sık, sık özellikle ebeveynlerle çocuklar arasındaki ilişkide görülür. Burada egemenlik ve sahiplenme tutumu, birçok durumda çocuğa yönelik ?doğal? bir ilgi ya da koruma duygusu gibi gözüken şeyle gizlidir. Çocuk altın bir kafese konur ve bu kafesten ayrılmayı istememesi koşuluyla her şeye sahip olabilir. Birçok durumda bunun sonucu, yetişen çocuğun sonraki yaşamında duyduğu derin bir sevgi korkusudur, çünkü onun için ?sevgi? kıstırılmış ve kendi özgürlük arayışında engellenmiş olma anlamına gelir.
- Mazoşistçe çabalar, kişinin kendi kendilerini yönelen eğilimleri bir bilmece gibi görmeyi ve yaralamayı istemekle kalmayıp, bunu yapmaktan zevk de aldıkları gerçeğini nasıl anlamalı? Bazı insanların, hepimizin kaçınmak için elimizden geleni yapıyor gibi gözüktüğümüz şeylerin, acı ve bunaltı çekimine kapılmaları, bunları yaşama eğilimi göstermeleri nasıl açıklanabilir? Ne var ki acı çekmenin ve zayıflığın insan çabasının olabileceğini kanıtlayan bir olgu vardır: mazoşistçe sapıklık. Burada, insanların oldukça bilinçli bir şekilde ve şu ya da bu şekilde acı çekmeyi istediklerini ve bundan zevk aldıklarını görürüz. Mazoşistçe sapmada, kişi bir başkası tarafından yaratılan acıyı yaşarken cinsel heyecan duyar. Aranan şey birçok durumda gerçek acı çekme değil, fiziksel olarak bağlanmış olmanın, çaresiz ve zayıf düşürülmenin uyandırdığı heyecan ve doyumdur. Çoğu durumda mazoşizm sapmasında istenen tek şey, kendisine bir çocuk gibi davranılması ya da onunla bir çocukmuş gibi konuşulması yoluyla, ya da çeşitli yollardan küçümsenerek ya da küçük düşürülerek ?manevi gücünün? zayıflatılmasıdır. Sadistçe sapmada, buna karşılık gelen araçlardan yani başarılarını fiziksel açıdan yaralanmaktan, onları halat ya da zincirle bağlamaktan veya eylemlerle ya da sözlerle onları küçük düşürmekten alınan doyumu buluruz.
- Bazı psikologlar, boyun eğmek ve acı çekmek isteyen insanlar bulunduğu için, bu amacı taşıyan bir ?içgüdü? nün olması gerektiğini savundular. Bir teorik açıklamaya ilk girişen Freud olmuştur. Başlangıçta sadomazoşizmin özünde cinsel bir olgu olduğunu düşünüyordu. Görünürdeki zıtlıklara karşın sadizm ve mazoşizm eğilimlerinin her zaman için birlikte bulunması gerektiği gerçeğine dikkati çekti. Kısaca Freuda göre, eğer yıkıcılığı cinsellikle kaynaştırmayı başaramazsa, insanın tek seçeneği ya kendini yok etmek, ya da başkalarını yok etmektir.
- Mazoşizm ve sadizm çabalarının her ikisi de, dayanılmaz yalnızlık ve güçsüzlükten kaçması için bireye yardım etme eğilimi gösterir. Mazoşist kişiler üzerindeki psikanalitik ve öteki ampirik gözlemler, söz konusu kişilerin felç edici bir yalnızlık ve önemsizlik korkusuyla dolu olduklarına ilişkin yığınla kanıt sağlamıştır. Bir çok durumda bu duygu bilinçli değildir; çoğunlukla dengeleyici önemlilik ve kusursuzluk duygularıyla örtü altına itilir.
- İsimsiz otorite açık otoriteden daha etkilidir, çünkü kişi uyulması istenen bir buyruğun bulunduğundan asla kuşkulanmaz. Dışsal otoritede, bir emrin bulunduğu ve bunun kimin verdiği açıktır; kişi otoriteye karşı savaşabilir ve bu mücadele içinde kendi kişisel bağımsızlığını ve ahlaki cesaretini geliştirebilir. Ama içselleştirilmiş otorite durumunda içsel olmasına karşın isimsiz otoritede hem emir hem de emreden görülmez olur. Bu, görünmez bir düşmanın ateşine maruz kalmak gibi bir şeydir. Saldırıya girişebilecek hiç kimse ya da hiçbir şey yoktur.
- Dengeleyici şiddet, kökleri güçsüzlükte yatan ve güçsüzlüğe karşı dengeleyici olan bir şiddettir. Yaratmayan insan yok etmek ister. Yaratırken ve yok ederken, basit bir yaratık olarak kendi rolünü aşar. Camus, bu görüşü Caligula?ya şunları söyletirken ustaca dile getirmiştir: ?Yaşıyorum, öldürüyorum, bir yıkıcının coşkulu gücünü yaşıyorum. Bunun yanında bir yaratıcının gücü çocuk oyuncağı kalır.?
- Nekrofil yönelimli kişi, canlı olmayan, ölü olan her şeyin, cesetlerin, çürümenin, dışkıların, pisliğin çekimine kapılan kişidir. Nekrofiller, hastalıktan, ölü gömmeden, ölümden söz edebildikleri zaman canlanırlar. Saf nekrofil tipe bir örnek Hitler?dir. Yıkımın büyüsüne kapılmıştır ve ölümün kokusu ona tatlı gelir. Başarı yıllarında sadece düşman gördüklerini yok etmek istiyor gibi gözükmüş olabilir, ama sonunda onun derin doyumununun, mutlak yıkıma (Alman halkının, çevresindekilerin ve kendi yıkımına) tanıklık etmekte yattığını göstermiştir.
- Hitler veya Stalin gibi insanların nüfuzu tam olarak sınırsız öldürme kapasitelerinde ve iradelerinde yatmaktadır. Bu nedenle nekrofiller (ölümseverler) tarafından sevilirler. Geri kalanının birçoğu kendi korkularının farkına varmak yerine onlara hayran olmayı tercih ederler; diğer birçoğu ise bu liderlerin ölümsever özelliğini algılamak yerine onları büyük bir kurucu, kurtarıcı, baba olarak görürler. "Ölümsever liderler, koruyucu ve kurucu oldukları yanılsamasını yutturmayı başaramasaydı", çekimlerine kapılan insanların sayısı iktidarı ele geçirmelerine yetecek çoğunluğa ulaşamazdı ve onlardan tiksinen insanlar, belki de kısa sürede onları alaşağı ederdi.
- Fazla ölümsever olan kişi çoğu kez görünüşünden ve mimiklerinden tanınabilir. Soğuktur, cildi ölü gibidir, yüzünde sanki kötü bir koku almış gibi ifade vardır. (Bu ifade Hitler?in yüzünde açıkça görülebilir.) En yüksek değerleri, boyun eğme ve örgütün düzgün işleyişidir. Ölümseverlik (nekrofili), temel bir yönelimi kapsar; bu yaşama verilmiş yaşamın tam karşıtı bir yanıttır; bu, insan içindeki yaşama yönelişler arasında en hastalıklı ve en tehlikeli olanıdır. Gerçek bir sapmadır: yaşarken yaşam değil ölüm, gelişim değil yıkım sevilir. Hissettiği şeyin farkına varmayı göze alabilirse, ölümsever kişi, yaşamının parolasını ?Yaşasın ölüm!?le dile getirir.
- Neden daha yaşayacak çok şeyi olan yada çok şeyi var gibi gözüken insanlar, sadece her şeyin yıkımını ciddi, ciddi düşünüyor? Bu soruların bir çok yanıtı var; yine de aşağıdakileri dikkate almadığımız sürece bunlardan hiçbirisi yeterli bir açıklama değildir: insanlar topyekün yıkımdan korkmuyor, çünkü yaşamı sevmiyor, ya da çünkü yaşama karşı kayıtsızlar, ya da çünkü birçoğu ölümün çekimine kapılmaktadır.