- Hatırlayalım ki, Batı'nın ilk romanlarından biri "Topal Şeytan"dır. Roman kahramanı evlerin çatısını açmış dünyaya sesleniyor: "Buyurun siz de bakın!" diyor. Ve oturma salonlarından hızla yatak odalarına geçen tecessüs, ifşa ve teşhir mızrağıyla mahremiyeti kalbinden vuruyor. Sonuç: Aile mahremiyetinden sonra ailenin de çöküşü.. Batı toplumlarında bunun etkisi var. Mesela bize göre boşanma oranı çok yüksek. intihar vakaları ve uyuşturucu bağımlılığı da öyle... Tabii romanın tahrip kalıbı olmaktan çıkarılıp Müslümanlaştırılması mümkündü. Bu da yeni yeni yapılıyor. Heykele gelince... Osmanlı'da klâsik manada heykel yoktur. Çünkü Osmanlı, bedii zevklerde bile ebediyet arayan vahiy medeniyetine mensuptur. Dünyayı ahiretin tarlası sayan bir kültürün çocuğudur o... Vahiy medeniyetinin çocuğu fani zevkleri tatmin uğruna Yaratıcıya nispet gibi bir abesiyetle meşgul olmaz. Osmanlı heykel dikmek yerine ebedi âbideler dikmeyi seçti. Muhitini baştan başa çeşmelerle, kubbelerle, sebillerle, köprülerle, hanlarla, kervansaraylarla, aşhaneler, bimarhanelerle süsleyip, bunların bekası için vakıflar vücuda getirdi. Onun nazarında ebedileşmenin ölçüsü faydasız bir heykel yontmak değil, bir mâbede imza atmak ya da insanlığın hayrına hizmet edecek bir medreseye kubbe çakmaktı.
- Biliyorsunuz Birinci Dünya Savaşı'nda Almanlarla beraberdik. Çanakkale Cephesi Komutanı da Alman Mareşal Liman Von Sanders'ti. Sanders günlerden bir gün cepheyi teftişe geldi. Mehmetçikler önünde dizilmişti. Sıranın başındaki askere sordu: "İyi savaşıyor musun?" "Evet" dedi Mehmetçik. "Peki niçin savaşıyorsun?" Cevap, Mehmetçiğin Allah'a yakınlığını haykırıyor. Dedi ki: "Allah rızası için." Alman Mareşal Liman Von Sanders çarpıldı âdeta. Sırada dizili askerlerin en az on tanesine aynı soruları sordu ve bir birine yakın cevaplar aldı. Allah rızası için savaştıklarını söylediler. Sonunda mareşal, subaylarımıza döndü ve: "Bravo beyler," dedi, "yaptığı işi Allah için yapan evlâtları olan bir millet mahvolmaz."
- O insanlar vatansever insanlardı. Bunun delili olarak size bir mektup aktaracağım. 18 Mayıs 1331 tarihini taşıyan bu mektup Çanakkale savaşları sırasında yaralanan bir subay tarafından kaleme alınmıştır. Şöyle diyor: "Sebeb-i hayatım, feyz-ü refikim, sevgili babacığım ve valideciğim, "Arıburnu'nda ilk girdiğim muharebede sağ yanımdan kurşun geçti. Hamd olsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından, bir hatıra olmak üzere, şu mektubu yazıyorum. "Hamd ü senâlar olsun Cenab-ı Hakk'a ki, beni bu rütbeye kadar Isal etti. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz. Sizlere çok teşekkür ederim. "Şimdiye kadar milletimin bana verdiklerini bugün hak etmek zamanıdır. Mukaddes vatani vazifemi ifaya cehd ediyorum. Şehadet rütbesine suud edersem, Cenab-ı Hakk'ın sevgili bir kulu olduğuma inanacağım. "Sevgili babacığım ve valideciğim... "Gözbebeğim olan zevcem Münevver ve Allah emaneti oğlum Nezihçiğimi evvela Cenab-ı Hakk'ın, saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkünse lütfen yapınız. Oğlumun talim ve terbiyesi ile siz de refikamla birlikte sa'y ediniz. Şehadetimi duyduğunda refikam mutlaka çok müteessir olacaktır. Teselli ediniz. Mukadderat-ı İlâhiye böyle imiş deyiniz. "Sevgili baba ve valideciğim... "Belki bilmeyerek size karşı kusur işlemiş olabilirim. Beni affediniz. Lütfen hakkınızı helal ederek ruhumu şâd ediniz. Bana, vatanın, uğruna ölünecek mukaddes bir değer olduğunu öğrettiğiniz için teşekkür ederim. Fatihalarımz kabrimi nurlandıracaktır. "Sevgili hemşirem, Lütfiyeciğim... "Bilirsin seni pek severim. Buna rağmen belki sana karşı da kusur ettiğim olmuştur. Beni affet. Hakkını helal et. Ruhumu şâd et. Yengen Münevver Hanımla yeğenin Nezihe sen de yardımcı ol. Hepinizi Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum. "Ey akraba ve ehibbâ ve eviddâ! "Cümlenize elveda! Cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan hakkım cümlenize helal olsun. Ebediyen Allahaısmarladık. Sevgili babacığım ve valideciğim. Sakın üzülmeyiniz. Şehit babası, şehit anası olduğunuz için şükrediniz. Ebediyen Allahaısmarladık. (Oğlunuz Mehmed Tevfik)" Bölük Komutanı Mehmed Tevfik Efendi bu mektubu fırsat bulup ailesine gönderemedi. Yarası iyileşir iyileşmez cepheye, iman ve vatan savunmasına koşmuş ve mektubunda yazdığı gibi şehit olmuştu. Mektup, ailesine gönderilen eşyalarının arasından çıktı. Şehit kanına bulanmıştı...
- Babasını küçük yaşta kaybeden Adil annesi ile fakir bir hayat sürüyordu. Yaşadıkları bu hayat annesini çaresiz bir hastalığa sürüklerdi. Adil bu duruma çok üzüldü. Annesini hastaneye götürebilmek için ağır koşullarda çalışmaya başladı. Ama bu da yeterli değildi. Çünkü annesinin iyileşmesi için gereken ilaç ancak Almanya'dan gelebiliyordu. Adil çalıştığı paranın Almanya'dan ilaç getirtmeye yetmeyeceğini görünce kendisini satılığa çıkardı.Peki, Adil'i kim satın aldı? Annesi oğlunun satılmasına razı oldu mu? Adil annesinden ayrılmak zorunda kalacak mı? Almanya'dan gelen ilaç Adil'in annesini iyileştirecek mi? Sevdiklerini hasta yataklarında çaresizce izledikten sonra doktor olmaya karar veren Adil'in yaşadıkları bu kitapta.
- Gönderdeki bayrak neyse, minaredeki ezan odur. Ezan, alenen okunduğu bölgenin özgür İslam bölgesi olduğunu ilân eder. Bu anlamıyla dini ve milli bir kimliktir.
- Bahadıroğlu: 27 Mayıs darbesinden sonra 12 Mart 1971 müdahalesi oldu. Kuvvet komutanlarıyla Genelkurmay Başkanı, Demirel Hükümeti'ne 'muhtıra' verdiler. Hükümet istifa etti. Meclis'i kaldırmadılar, ama nasıl oluşacağını kararlaştırdılar. Dönemin büyük partilerinden Adalet Partisi ile CHP'nin koalisyon yapmasını istiyorlardı. Başbakanla Bakanlar Kurulu'nu bile askerler seçti. Önce kırk yıllık CHP'nin Nihat Erim'i kırk yıllık emek verdiği partisinden istifa ettirip sözde 'bağımsız'laştırdılar. 'Bağımsız Başbakan' Nihat Erim'in başkanlığında bir 'beyin kabinesi' kurdular. Her şey allak bullak oldu. Yolsuzluklar ayyuka çıktı. Gümrükler soyuldu. Türkiye en az yirmi yıl geriye gitti. Taktak: O zamanki medyanın tavrı nasıldı? Bahadıroğlu: Sözün tam anlamıyla berbat!.. Antidemokratik ve militarist!.. Türk medyası bir yandan darbeleri kışkırtırken diğer yandan darbeden sonra çanak yalayıcılığı yaptı. Hafiften itirazı olan yayın organlarının kimi sansüre uğradı, kimi toplatıldı, kimi yasaklandı, kimi de kapatıldı. Gazeteciler içeri atıldı. Tam dikensiz gül bahçesi... Baskı altındaydık diyorlar, tamam, ama övmek zorunda mıydılar?
- Bahadıroğlu: 27 Mayıs darbesinden sonra 12 Mart 1971 müdahalesi oldu. Kuvvet komutanlarıyla Genelkurmay Başkanı, Demirel Hükümeti'ne 'muhtıra' verdiler. Hükümet istifa etti. Meclis'i kaldırmadılar, ama nasıl oluşacağını kararlaştırdılar. Dönemin büyük partilerinden Adalet Partisi ile CHP'nin koalisyon yapmasını istiyorlardı. Başbakanla Bakanlar Kurulu'nu bile askerler seçti. Önce kırk yıllık CHP'nin Nihat Erim'i kırk yıllık emek verdiği partisinden istifa ettirip sözde 'bağımsız'laştırdılar. 'Bağımsız Başbakan' Nihat Erim'in başkanlığında bir 'beyin kabinesi' kurdular. Her şey allak bullak oldu. Yolsuzluklar ayyuka çıktı. Gümrükler soyuldu. Türkiye en az yirmi yıl geriye gitti. Taktak: O zamanki medyanın tavrı nasıldı? Bahadıroğlu: Sözün tam anlamıyla berbat!.. Antidemokratik ve militarist!.. Türk medyası bir yandan darbeleri kışkırtırken diğer yandan darbeden sonra çanak yalayıcılığı yaptı. Hafiften itirazı olan yayın organlarının kimi sansüre uğradı, kimi toplatıldı, kimi yasaklandı, kimi de kapatıldı. Gazeteciler içeri atıldı. Tam dikensiz gül bahçesi... Baskı altındaydık diyorlar, tamam, ama övmek zorunda mıydılar? - Sayfa 180, 181
- Bahadıroğlu: Babam anlatırdı: Doğduğum dünyanın Halkçıları (yani o zamanlar iktidarda olan CHP ileri gelenleri) bir elleri yağda bir elleri balda yaşarken halk alabildiğine garibandı, neredeyse bir dilim ekmeğe muhtaçtı. Dedik ya, devir fakr-ı mutlak devri. Şekersizlikten baklavalar üzüm pekmeziyle yapılıyor, çay bulabilen bahtiyar, çayına pekmez katıp içiyordu. Zaten İsmet Paşa'mız öyle buyurmuştu: "Köylünün şekere ihtiyacı yok, pekmezle idare etsinler." Pekmezi olmayan ne yapsın, ölsün mü?.. Şekersizlikten kim ölmüş ki? Şekersizlikten değil, ama doktorsuzluktan, ilaçsızlıktan ölüyorduk. Köylü sefil, köylü aç, köylü biilaçtı. Çocuklar, beslenme yetersizliğinden dolayı şiş karınlıydı. Çöp bacaklarımıza ağır gelen şiş karınlarımızla yalpalayarak yürürdük. Anadan yarı üryan oynar, altı delik çarıklarımızla kar üzerinde yürüyüp izimizi belli ederdik. (...) Annelerimizin evlerindeki ilkel tezgahlarda dokudukları kumaşı denize indirip beyazlayana kadar yıkardık. Sonra annelerimiz diker, biz giyerdik. Köylü, takım elbiseyi ancak rüyalarında görürdü. - Sayfa 252, 253
- Osmanlı İmparatorluğu; en geniş zamanında üç kıtaya yayılmış, İstanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Bizans İmparatorluğu'nu yıkmış, Akdeniz'i imparatorluğunun sınırları içerisinde bir göl haline getirmiştir. İstanbul'un fethi bazı tarihçilere göre Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. 623 yıl süren Osmanlı tarihi boyunca 36 padişah gelmiş ve üç kıtada çınar ağacı gibi kök salmış olan Osmanlı Devleti, bir Cihan İmparatorluğu olmuştu. Altı asır boyunca dünyaya hükmetmiş olan Osmanlı, ilahî ve yüce değerlerden ilham alarak, gittiği yerlere adalet, şefkat ve medeniyet götürmüş, insanlığı ön planda tutarak dünyayı aydınlatmıştı. Osmanlı'nın mirası olan topraklarda onun eserleriyle yaşayan bugünün nesli, Osmanlı tarihi hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olamamaktadır. "Beylikten Hükümdarlığa Osmanlı Padişahları" isimli eser, insanımızın kendi şanlı tarihini biraz olsun öğrenmelerine katkı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu gibi altı asır sürmüş olan bir tarihi, tek ciltlik bir eserle anlatmak mümkün olmadığından bu kitapta sadece devletin başı olan padişahlar ve onların dönemindeki önemli olaylara yer verilmiştir. Elinizdeki eser, farklı kaynaklardan istifade edilerek, akıcı bir üslup ile kaleme alınmış ve çok sayıda resim, gravür ve harita ile görsel zenginlik kazandırılmıştır.
- "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez, fakat kesilen sakal daha gür çıkar!"...diyerek, dersine veren Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa....