- Tarihi sevdirerek anlatan nadir yapıtlardan biri...
- "Oğuz beyinin oğlu korkmaz, biz ahrete bütün kalbimizle inanırız, ölürsek şehit olur, Cennete gideriz. Ama kalırsak bize yapılanları yapanların yanına komayız."
Tercüman dayanamadı: "Bir imparatorla böyle konuşamazsın."
"Sana ne," dedi Çaka. "Sen tercümeye bak, karışma. İstediğim gibi konuşurum. Beni dinlemek istemeseydi huzuruna almazdı."
"Unutma ki sadece bir esirsin."
"Ruhum ve beynim hürdür, onları hiç kimse esir alamaz."
"Kellenle oynuyorsun."
"Kelle benim, dilediğim gibi oynarım." - Şairin içinde dert oldu kaldı : Buhara der, Semerkant der ağlarım. Nerde benim Ural, Altay Dağlarım !
- İşte ! Sultan Selâhaddîn bu kadar üstün mevkîlere sâhib olup, şan ve şerefe kavuşmuş olduğu hâlde, dünyâdan bu kefenle gidiyor !
- "Aklıma gelmişken, o dönemde çok dillendirilen bir de 'İkinci Cumhuriyet' kavramı vardı. Sık sık gazetelere manşet olurdu. Bakma şimdiki liberallere 'İkinci Cumhuriyetçi' dendiğine, o tren 27 Mayıs darbesiyle birlikte kaçtı, bizim liberaller ikinci değil, olsa olsa 'Üçüncü Cumhuriyetçi' olabilirler." Sayfa 69
- "Vav deyip geçmeyin! Bazen insanın secde halidir vav, bazen bir ceninin anne karnındaki duruşu... Anne karnında vav şeklinde oluşan insan, doğduğunda 'elif'e dönüşür. Kulluğunu idrak edip şükür secdesine vardığında tekrar vav şeklini alır. Mezarda yine eliftir. Kısacası insan vav ile elif arasında yaşar. Aynı zamanda Allah'ın Vahid isminin simgesidir vav. Ebced hesabında altı rakamına denktir, bu da imanın altı şartını temsil eder. Hadi şimdi gelin, vav deyip geçin bakalım... Hat deyip geçin, sanat deyip geçin! Bence dostlar, vav deyip geçmeyin, hat deyip geçmeyin, sanat deyip geçmeyin. Sanatın vav hali ile vavın aşk halini çözmeye çalışın!" Sayfa 31,32
- Fransız yazar ve gezgin Dr. A. Brayer, çocuk yetiştirme zincirinin ilk halkasını keşfediyor, diyor ki: "Çocuklar arasında küfürleşme ve yumruklaşma görülmez. Bunlar İslam terbiyesiyle ıslah edildikleri için, kendi aralarında sakin sakin oynayıp eğlenirler." işin özü ve özeti Brayer'in "İslâm terbiyesi" vurgusu yaptığı yerdir. Uzaklaştığımız nokta da işte o temeldir. Bu sistemi tabiatıyla önce anne baba hazmetmeli, anlatarak değil, yaşayıp paylaşarak çocuklarına aktarmalıdır. İngiliz yazarı Thornton, "Sade bir din olan İslâmiyeti, çocuklar, analarıyla babalarından öğrenirler" diyerek tam bu noktaya vurgu yapıyor. Ve aşağı-yukarı her şeyi açıklayan flaş bir cümle: "Türklerin ahlâkı, çocuklukta iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir..." Bence işin nirengi noktası budur. Günümüzde kötü örnek çok, iyi örnek ise "yok" denecek kadar az. Çocuklarımız "kötü örnek"lerle iç içe büyüyor. Sonuçta "kötü" ve "kötülük" normalleşiyor, sıradanlaşıyor, tabiatıyla da kanıksanıyor. Bu durumda kendimiz (anne ve baba) "iyi örnek" olmak zorundayız
- Fransız toplumunun bu hasletleri örnek almasını diler. İnsani hislerin ve hasletlerin, ı8. asır Fransa'sında, neden Osmanlı toplumundaki gibi olmadığına hayıflanır. Bunun sebeplerini araştırır ve bir yabancının varabileceği bazı doğru tespitlere varır. Der ki: "Müslüman Türklerin barbarlıkları hakkında müelliflerimizin yazdıkları yazılara rağmen, bütün bu iddiaların aksini ispat eden vakıalar ortadadır. Dinin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dahilinde hareket edebilirler..." Kimi aydınlarımızın bir türlü varmak istemediği bu noktaya bir yabancı gezginin üstelik ı8. asırda ulaşmış olması düşündürücüdür. Brayer, Osmanlı toplumunu yücelten esrarı keşfetmiş ve kitabına çekinmeden geçirmiş- tir. Şöyle devam ediyor: "O su bentlerini, yol boylarıyla gezinti yerlerinde rastlanan sayısız çeşmelerle sebilleri, yolcuları barındırıp dinlendirmek ve yiyeceklerini temin etmek için yapılan o hamamlı, çok odalı ve etrafları sıra sıra dükkânlı hanları kuran da o ruhtur." "Hangi ruh?" diye sorarsanız, onu da izninizle Dr. Brayer'in kaleminden okuyalım: "Kur'an'ın mü'minleri teshir eden ruhu" diyor.
- Kur'an ve kılıç hemen gelir. Yıldırım Padişah, sağ eline Kur'an'', sol eline kılıcı alır. Önce sağ elini havaya kaldım., Kur'an'ı gösterir: "İşte hak!" Sonra sol elini kaldırıp kılıcı gösterir: "İşte salâhiyet!" Tahtına döner: "Var git şimdi, cevabımızı aynen kralına ilet, kendisinden korkmadığımızı da söyle. Biz hakkı Kitabımızdan, salâhiyeti kılıcımızdan alırız! Allah'a güvenir, ancak Ondan korkarız. Bütün küffar birleşip üstümüze gelseniz, davamızdan dönmeyiz!"
- Güneşi unutan gözlerim koyu karanlığa alışmaya çalışıyordu. Hepimiz köstebekler gibiydik, ruhumuzun mahzenlerindeki karanlıkları yaşıyorduk. - Sayfa 142