- Zaten bu hayatta özlem duyacağım kadar beni üzebilecek ne kaldı ki?
- Aslında, hapishanenin karanlık gündüzü ve kara ekmeği;kürek mahkumlarına çok az miktarda verilen çorbaya benzer yemek, horlandığımı görmem, o kadar eğitim almış birisi olmama rağmen, gardiyanlar ve diğer mahkumlarca aşağılanmak, sohbet edebileceğim ve anlattıklarını dinleyebileceğim özellikte bir insan görememek, yapmış olduğum ve bana yapılacak olan şeylerden dolayı tedirgince ürpermek. İşte celladın elimden alabileceği bütün servetim budur.
- Ah! Keşke bunun nasıl bir şey olduğunu, nasıl ölündüğünü bilseydim! Fakat bu korkunç bir şey! Bilemiyorum...
- İğrenç olmanın bir türü, bir bütün, bölünmez, yarı ev, yarı insan, hapishane. Ben, onun kurbanıyım; beni güzel güzel besliyor, sarıp sarmalıyordu. Granit duvarların arasına tıkıyor, demir kilitlerinin arkasına saklıyor, hapsediyor ve gardiyan beni gözleriyle gözetliyor. Ah! Ne kadar zavallıyım! Ne olacağım ben? Ne yapacaklar bana?
- Ölüler ölüdür; özellikle bunlar. Mezarlarına sıkı sıkı gömülmüşlerdir. Mezarlık, kimsenin kaçabileceği bir hapishane değildir. O halde, niçin bu kadar korkuyorum ki? Mezarın kapağı, içerden açılmaz.
- Bilirsin hayatta her şeyin bir sonu vardır.
- Ve sonra, sözde acı çekilmiyormuş. Gerçekten buna inanıyorlar mı acaba? Bari kesilmiş bir kafanın, sepetine ucundan kanları akarken doğrularak, halka hitaben, "Hiç de acımıyormuş!" diye haykırdığını söylesinler.
- Kalbim ve ruhum, sıkıntısını onun yüreğine dökecek; o, benim ruhumu alacak, ben de onun Tanrı'sını alacağım.
- Sen de mi Brutus?
- Çile, kadınları aciz; erkekleri güçlü yapar.