- Bu dünyada hiç bir düşmanım yok, çünkü en çetin kavgaları kendi içimde yaşıyorum.
- Sokak bir masala başlamaktır; Öykü en sıkıcı, tekdüze haliyle akarken, birazdan, çok geçmeden bir şeyler olacağının ilk belirtisidir sokakta yürümek.
- Hevesleri, beklentileri, erteledikleri, kursağında kalmış kelimeleri kaçırılmış bakışları, gizledikleri,susuşları ve istemsiz veda edişleriyle tamamlanmamış bir cümledir insan...
- Düşkün bir kelebeğin renklerini paylaşıyor kara sinekler.Her geceki gibi körelmiş bir bıçağın sırtına uzanıyorum. İnsanlar karanlığa asi bir gülümseme savuran güneşi hak edecek ne yaptılar? Gözlerimi kapasam ay beni affeder mi?
- Biz her şeye. esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna. Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan. Sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli. çok bağırışlı. çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız. çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatla kaldık sırf bu yüzden.
- Gözlerim biraz yorgun. İçinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler? Bekleyişler Anna. Köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. Nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
- İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor. İnsaf et Anna!! Gidelim buradan.
- Başkasının ölümüne tanıklık etmenin zorluğu, gerçekte kendi ölümüne dair mutlak bir delille karşılaşmanın zorluğundan başka nedir ki? Ölüme gözyaşı dökmenin derecesi, ölümün kendi benliğine yakınlaşma derecesi kadardır. Bu yüzden en çok kendi benliğimize yakınlaşan varlıkların ölümüne ağlıyor insan.
- Diyarbakır. Surların içinde kalmayı başarabilmiş birkaç kiliseden birinin giriş kapısını bulabilmek için bir o tarafa bir bu tarafa yürürken yanımıza gelen üstü kir pas içinde çocukların yardımıyla artık yıkıntı haline gelmiş kiliseye girmeyi başardık. Kilise yıkıntılarına bakarken yanımızda duran üç çocuk aynı anda tekerleme söyler gibi, aynı melodiyi tutturarak bir şeyler söylemeye başladılar. Önce anlamadım ne dediklerini. Sonra kilisenin tarihini bir ritm eşliğinde aynı cümlelerle söylediklerini anladım. Hiç şaşırmadılar, teklemediler, ritmlerini bozmadılar, karıştırmadılar söylediklerini. Aynı şekilde başlayıp aynı şekilde bitirdiler. Diyarbakır'ın yoksul çocukları tarihi mekanlara ait bilgileri bu şekilde ezberlemişler ve gelen misafirlere okuyup üç beş kuruş kazanıyorlar. Mekanları bırakıp o çocukları izlemeye başladım. Mezopotamya'nın yalın ayak esmer çocuklarını. Diyarbakır'ın artık sönmeye yüz tutmuş yaşlı göğüslerinden gelen sütten başka beslenebilecek hiçbir şey bulamayan çocukları. Bazı yerlerde yaşamak erken büyümeyi gerektirir. Bu çocuklar da erkenden büyüyecekler. Büyüyüp boya sandıklarıyla merkezde iş bekleyecekler, ellerindeki selpaklarla yabancıların peşlerinden koşacaklar, kebapçı salonlarında çırak, sebze hallerinde hamal olacaklar. Yoksullukla birlikte bir ülke siyaseti yüklenecek yaralı omuzlarına. Büyüyecekler ve tekerlemelerini unutacaklar kısa bir süre sonra.
- "Kirpiklerime kırlangıçlar konuyor.."