Diyarbakır. Surların içinde kalmayı başarabilmiş birkaç kiliseden birinin giriş kapısını bulabilmek için bir o tarafa bir bu tarafa yürürken yanımıza gelen üstü kir pas içinde çocukların yardımıyla artık yıkıntı haline gelmiş kiliseye girmeyi başardık. Kilise yıkıntılarına bakarken yanımızda duran üç çocuk aynı anda tekerleme söyler gibi, aynı melodiyi tutturarak bir şeyler söylemeye başladılar. Önce anlamadım ne dediklerini. Sonra kilisenin tarihini bir ritm eşliğinde aynı cümlelerle söylediklerini anladım. Hiç şaşırmadılar, teklemediler, ritmlerini bozmadılar, karıştırmadılar söylediklerini. Aynı şekilde başlayıp aynı şekilde bitirdiler. Diyarbakır'ın yoksul çocukları tarihi mekanlara ait bilgileri bu şekilde ezberlemişler ve gelen misafirlere okuyup üç beş kuruş kazanıyorlar. Mekanları bırakıp o çocukları izlemeye başladım. Mezopotamya'nın yalın ayak esmer çocuklarını. Diyarbakır'ın artık sönmeye yüz tutmuş yaşlı göğüslerinden gelen sütten başka beslenebilecek hiçbir şey bulamayan çocukları. Bazı yerlerde yaşamak erken büyümeyi gerektirir. Bu çocuklar da erkenden büyüyecekler. Büyüyüp boya sandıklarıyla merkezde iş bekleyecekler, ellerindeki selpaklarla yabancıların peşlerinden koşacaklar, kebapçı salonlarında çırak, sebze hallerinde hamal olacaklar. Yoksullukla birlikte bir ülke siyaseti yüklenecek yaralı omuzlarına. Büyüyecekler ve tekerlemelerini unutacaklar kısa bir süre sonra.
Diğer Tarık Tufan Sözleri ve Alıntıları
- Kalk Kudüs'e gidelim..
Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında. - Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız
- Bir çay ocağında otursak. Hani o oyunsuz olandan, hani o tabureleri olandan, hani o Fatih'te Malta'dakine benzer birinde. Otursak ve onu dinlesek. Terini silse, demli bir çay söylesek ve anlatmaya başlasa.
- Gidelim buradan.
Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim - Sen adımını attığın andan itibaren Hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
- Kalbimden neler geçtiğini, kafamda biriktirdiklerimi, tasarladığım her şeyi bildiğini düşünüyorum. En azından tüm bunları hissettiğini. Belki de böyle bir beklenti benimkisi. Çünkü bunları sana asla söylemeyeceğim.
Asla söyleyemeyeceğim.
Oysa o kadar dilimin ucundalar ki.
Rüzgar esse düşecekmiş gibi, gözlerime baksan, giderken başını bir kez geriye çevirsen, ağzımdan dökülüverecek kadar dilimin ucunda. Uzunca susuşlarım, ağzımı bile açmadan öylece kalakalıp, bakışlarımı kaçırışım hep bundan.
Burada hava her geçen gün biraz daha soğuyor.
Zaman diyorum, biraz daha zaman. Dilimin ucundaki kelimeler bu kış da donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler.
Biraz zaman diyorum.
Kalbimin bir yanı sıcak kalabilirse bu kış, bir delilik daha yapacağım.
Ne bir portakal bahçesinde dolaştım ne de bir posta treninde yolculuk ettim. Çiçekler bir açmaya görsün, bir çılgınlık yapıp hatır için öleceğim.
Aslında seni çok...
özledim. - Sana dair gizleyemediklerim yanaklarımdan süzülüyor ve önüme düşüveriyor.
- Onu da öbür gün düşünürüz.
- Harfler amaçsızca kafamın içinde dönüyordu ve bir süre sonra anlamlı bir kelimeye, sese dönüşemeden can verip yığılıyorlardı. Cansız harflerin üst üste yığıldığı bir toplu mezar olmuştu zihnim. İnsanın söylemek istediklerini söyleyebilmesi nasıl da büyük bir nimetmiş meğer, o zaman anladım...
- Kalk Kudüs'e gidelim..
Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.