- Sanki bir başka el -halbuki kendi elim- bayılmışım da su serper gibi musluktan suyu yüzüme çarpınca ayaklarımdan kafama doğru bir canlılık fırladı. Kafamdaki zili çaldı.
- Papaz efendinin küçük bahçemizle giriştiği kavga sona erdiği zaman, erkekle kadın arasındaki aşk muharebesinde galip çıkan erkeğin hem mağrur hem müşfik hali papaz efendide, kadının o çiçekli, o güzel, o parıltılı -bir nevi galibiyetten başka bir şey olmayan- dişi mağlubiyeti de topraktaydı.
- Toprakta gezen göğsüme toprak çekilince Günler bu heyulayı da elbet silecektir. Rahmetle anılmaktadır elbet ebediyet Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir.
- Bu hastalık, bir şey yapabilme hastalığıdır. Mesela birdenbire zengin olmak hibi. Mesela birdenbire meşhur olmak, birdenbire bir şey keşfetmek gibi...
- Kızarmış kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi.
- Ölüm bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu o kadar...
- Trifon toprağı sevmez; ona hürmet ederdi. Çünkü birçok sevdikleri orada, onun altında, aklında durduğu bir yerde yaşıyorlardı.
- Bu gemi Trifon için mavi gözlü bir kızdı. En tuhafı bu mavi gözlü kızı Trifon kendisi yaratmıştı. Bu mavi gözlü kız da Trifon'u seviyordu. Hiç mavi gözlü sahici kızlar Trifon'u severler miydi?
- Bu yeşil, sarı, lavicert bayrak sizin bayrağınız. Komşu kabilenin bayrağı aynı renkte, aynı şekilde fakat üzerinde dokuz yıldız var. Onun için mi boğazlaşıyorsunuz? Kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başı sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğunu dokuz yıldız için mi öldüreceksin? Anlaşıldı ben bayrakları değil, insanları seviyorum. Öyle ise yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakan vapurlarda ömrüm geçecek.
- Uzakta köyler, ışıklar, zenginsiz, fakirsiz bir kış. Zenginsiz, fakirsiz şehirler, kasabalar, köyler. Kumral günler, kumral geceler.