Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hâdise olur ki ince teferruatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, öyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.
Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasiyle, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: "Buradayım!" der.
Beni susturan şey nefretimdi. En basit içtimaî davaları anlamayacak kadar yabancı tesirler altında şahsiyetlerini kaybeden bu insanlarla münakaşaya mecbur olmanın küçüklüğünden muzdariptim.
Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu: Sükût. Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzua girilemiyordu.
Bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı zannedildiği halde, ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Korkunun bu derinleşen nevi dayanılacak şey değil; ıstırabın vukuundan evvel ruhta bir gölgesinden ibaret olan korku, ıstıraptan bin kat daha müthiş. Muhayyilenin ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç bir gölge.
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.
Kendi kendime karşı çok borçlandım Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam utancımdan aynaya bakamayacağım.
Izdırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
Eddi Anter
Orhan Veli Kanık
Albert Camus
Ömer Hayyam
Sir Arthur Conan Doyle
Yılmaz Yeşildağ
Bülent Parlak
Ahmet Şerif İzgören
Melih Cevdet Anday
Şule Yüksel Şenler