Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar tam onun gibi -fakat hiç eksiksiz ve tam- onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâ ki zıddiyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları...
Bu, Mebrure'yi hayrete düşürmedi. O sokaklarda böyle ne kadınlara rastlamış onların küçük birer mürekkep hokkası gibi siyah göz çukurlarına, sar'ası tutmuş insanlar gibi bembeyaz yüzlerine, dudaklarının çekik ve iğrendirici kırmızılığına tiksinerek bakmış, bütün bu zavallıları yol ortalarında durdurarak, yüzlerine karşı: -Yazık, güzelleşmek istiyorsunuz, halbuki iğrenç kılıklara giriyorsunuz, yüzünüze bakmak bile insana nefret veriyor! Diye bağırmak ihtiyacını duymuştu.
Mebrure için bu köşk, büyükten küçüğe, kadından erkeğe, teklifsizden yabancıya kadar hep sefih, zevk düşkünü, hafif meşrep insanlarla dolu. Bunlar, dümeni kopmuş, fireni kırılmış bir otomobil içinde, yüksek, dik bir bayırdan aşağıya alabildiğine giden, fakat vartayı ya hissetmeyen, yahut seve seve kabul eden insanlara benziyorlardı.
Allah gibi kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Büyük bir hastalık geçirmeyenler herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
? Biz mi aldanıyoruz canım, böyle düşündüğümüz için budala mı oluyoruz? Fazilet hakikaten cansız, ölü bir şey mi? Nedir bu, Nadir Bey, Mebrure Hanım... Çocuğunu, metresini öldüren bir katil, hâlâ elektrikler ve süsler içinde, bir genç kadının cenazesine basarak bize gülüyor, bizi küçük düşürebiliyor, şarap kokan frengili nefesini yüzümüze üfliyerek bizi istihfaf, bizi tahkir ediyor; sonra yüksek muhitlerde itibar görüyor, en münevver kadınlarımızı ve genç kızlarımızı bile aldatabiliyor, birinin haysiyetiyle, ötekinin kaniyle oynuyor ve hâlâ elektrikler içinde, hâlâ sırıtıyor, hâlâ mes'ut, hâlâ...
Yarın hastaneden çıkacağım... Dışarda yaşamaktan korkuyorum. Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları bırakırsam ruhumun bir parçası kesilmiş gibi boşluk duyacağım; bırakmazsam isyansız nasıl yaşayacağım?
Uzanır gibi oturdu ve gözlerini yarı kapadı. Ne rüya! Ah... bu Selma muhakkak ki sanatkâr bir kadındı, bir şair, şiir yazmayan, şiirin bütün havasını, tesirlerini yaratan, şiiri tam hayat halinde yaşamak isteyen bir şairdi.
Ne aydınlık! Ne aydınlık! Bütün taşlar, topraklar, boşluklar, camlarla, aynalarla, beyaz madenlerde dolmuş gibi parıldıyordu. Fakat bu ışığa çok bakamıyordum, daha büyük bir karanlık denizine düşmüş gibi sönüyor ve içimin rengini alıyordu.
Yalancı geleceğin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Halbuki o vaat bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor.
Michel de Montaigne
Ahmet Şerif İzgören
Feridun Andaç
Sarah Jio
Jodi Meadows
Patti Smith
Sine Ergün
Mustafa Kemal Atatürk
Rıfat Ilgaz
Nedim Gürsel