- Hak zulüm için kullanıldığında hak olmaktan çıkar!
- ŞEHİR AKŞAM VE SEN Koynumda çırılçıplaksınız şehir akşam ve sen aydınlığınız yüzüme vuruyor bir de saçlarınızın kokusu. Bu çarpan yürek kimin sesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan senin mi şehrin mi akşamın mı yoksa benimkisi mi? Akşam nerde bitiyor nerde başlıyor şehir şehir nerde bitiyor sen nerde başlıyorsun ben nerde bitip nerde başlıyorum?
- Sen benim sarhoşluğumsun ne ayıldım ne ayılabilirim ne ayılmak isterim başım ağır dizlerim parçalanmış üstüm başım çamur içinde yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.
- Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına karanlığına boş bir dolabın omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine uyusam gölgesinde bir haftalığına.
- Kar kesti yolu sen yoktun oturdum karşına dizüstü seyrettim yüzünü gözlerim kapalı. Gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor sen yoktun karşında duvara dayanmıştım konuştum konuştum konuştum ağzımı açmadım. Sen yoktun ellerimle dokundum sana ellerim yüzümdeydi.
- sabah karanlığı sabah karanlığında telgıraf direkleri, yol. sabah karanlığında aynası parıldayan konsol masa terlik, eşyalar birbirini yeniden görüp tanır. odamızda sabah karanlığı bir yelken gibi aydınlanır. odamızda pırlanta yüzük gibidir mavi serinlik. yıldızlar ağarır odamızda. çok uzakta, gökyüzündeki derenin dibinde ağarır taşlar. başı yastıktadır gülümün alabildiğine geniş kuştüyü yastıktadır başı. elleri iki ak lale gibi yorganın üstündedir. saçlarında kuşlar ötüşmeğe başlar. sabah karanlığında ağaçları, fabrika bacalarıyla şehir. sabah karanlığında ağaçlar ıslaktır, fabrika bacaları sıcak. sabah karanlığında asfaltı okşayarak ilk adımlar odamızdan geçer ilk motor uğultusu ilk kahkaha ilk küfür, seyyar börekçinin camekanındaki buğu sütçüye giren çizmeli şöför komşuların ağlayan çocuğu mavi afişteki güvercin vitrindeki manken sarı iskarpinleri ayağında ve sandal ağacından çin yelpazeleri ve kırmızı o kalın ağzı bir tanemin ve bütün uyanışların en mutluları en tazeleri odamızdan geçer sabah karanlığında. sabah karanlığında radyoyu açarım: dev adlı madenlerle dev sayılar birbirine karışır petrol kuyuları mısır taneleriyle yarışır lenin nişanı alan çoban (resmini ilk sayfalarda görmüşüm kalın bıyıkları sarkık kara) konuşur genç kız gibi sıkılıp utanaraktan. geçilir kutuplardan gelen haberlere sonra bu sabah saat altıda üçüncü suputnik dönerken yeryüzünü 8879 kere açılır yastıkta kocaman gözleri gülümün. dumanlı dağ gölleri gibidirler henüz. içlerinden mavi balıklar geçer kıvıltılarla diplerinde yeşil çamlar durur bakarlar derin dümdüz rüyalarının sonu sabah karanlığında pırıl pırıl vurur aydınlanırım, kendi kendimi görüp yeniden tanırım kıyasıya bahtiyarımdır azıcık utanırım ama azıcık. yolculuğa hazır bir yelken gibidir, aydınlık bir yelken gibi sabahleyin odamızda karanlık. gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak. mavi afişteki güvercin gibi aktır sabah karanlığında yatak.
- Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, ağır posta paketini,neyin nesi belirsiz, telaşlı,sevinçli,kuşkulu açar gibi, seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi. İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni ''Yaşıyoruz çok şükür!'' der gibi.
- Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi senin sayende. Bütün yemişler elime güneştenmişim gibi uzanıyor senin sayende. Senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı. Yüreğimin çalışı senin sayende. En yalnız akşamlarım bile duvarında gülen bir Anadolu kilimi senin sayende. Şehrime ulaşmadan bitirirken yolumu bir gül bahçesinde dinlendim senin sayende Senin sayende,içeri sokmuyorum en yumuşak urbalarını giyip büyük rahatlığa çağıran türküleriyle kapımı çalan ölümü.
- günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde doğar kaç milyon kaçı yaşadım diyebilirdi kaçı yaşadım diyebilecek kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi kaçı yiyebilecek
- OTOBİYOGRAFİ 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falıma baktırdığım oldu yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir.