- "Yaşadığımız her an, yaşamdan eksilmiş, harcanmış bir andır. Ömrümüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Yaşamın içindeyken, ölümün de içindesiniz. Çünkü yaşamdan çıkınca, ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Ya da şöyle diyelim isterseniz: Yaşamdan sonra ölümdesiniz ama yaşarken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiğiyse, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır." (S. 110)
- "Dile değer kazandıran, düşünce ve sanat adamlarının söz ve yazılarıdır. Bu değer kazandırmayı da dile yenilik getirmekten çok, onu genişletmek, olanaklarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni sözcükler bulmazlar. Sadece sözcükleri zenginleştirirler, anlamlarını ve kullanımlarını güçlendirir, derinleştirirler." (S. 194)
- "Gerçekten kitapları, kitap nedir bilmeyenlerden fazla kullanmam, diyebilirim. Cimriler nasıl günün birinde kullanacağım diye hiç dokunmazlarsa definelerine, ben de öyle saklarım kitaplarımı. Ruhum, onların benim olmasıyla doyar, yetinir. Savaşta, barışta kitapsız yola çıktığım olmaz. Yine de hiç kitap açmadığım günler, aylar olur. Biraz sonra, yarın, canım istediğinde okurum, derim. Zaman, beni dertlendirmeden yürür gider. Çünkü kitaplarımın, dilediğimde bana sevinç verecekleri, yaşamama destek olacakları düşüncesi, anlatabileceğimden daha büyük bir verir bana. İnsan yaşamı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi destek, kitaptır ve ondan yoksun insana acırım." (S. 211)
- "En iyisi, gençlerde öğrenme hevesini ve sevgisini uyandırmaktır. Yoksa, kitap yüklü bir eşek yaparız onları. Kırbaç zoruyla, bilim dolu bir çanta taşıyor onlar. Oysa, bilimi evimizde saklamak yetmez, evlenmek gerek onunla." (S. 211)
- KİTAPLAR VE İNSANLAR
İnsanlar yalnızca kitaba girmiş, şahit olmuş şeylere önem veriyor; kitaba girmedikçe bir doğruyu geçerli saymıyorlar. Budalalıklarımızı harflere dökünce saygınlaştırmış oluyoruz. Okudum demek, birinden duydum demekten daha geçerli. Ama ben insanların ellerini ağızlarından daha güvenilir bulmadığım, konuşurken saçmaladığımız kadar yazarken de saçmaladığımızı bildiğim için Aulus Gelius ya da Mavrobius'un yazdıkları kadar ben de gördüklerimi öne sürebilirim.
Sık sık söylerim, örneklerimizi hep yabancılardan ve okul kitaplarından vermemiz aptallıktır diye. Örnekler, Homeros'un, Platon'un zamanında olduğu kadar bugün de boldur. Ama biz düşüncenin doğruluğundan çok, örneklerin gösterişi peşindeyiz; kanıtlarımızı kitapçı dükkanından alıp kullanmak, kendi köyümüzde gördüklerimizden çıkarmaktan daha üstün gibi gelir.
Belki gözümüzün önündekileri ayıklayıp değerlendirmeye, onları eleştirip örnek haline getirmeye yatkın değil kafamız. Çünkü, kendi tanıklığımıza güvenecek kadar bilgin ve yeterli değiliz dersek, yersiz söz etmiş oluruz. O kadar ki, bence, en orta malı, en çok bilinen, en gösterişsiz şeyleri kendi ışıklı yanlarından görebilirsek, onlardan doğanın en büyük mucizeleri, örneklerin en zenginleri özellikle insan eylemleri konusunda çıkarılabilir. - Benim bütün amacım kimseye el açmadan yaşamaktır. (...) Bunu başarmak herkesin elindedir; ama ölmeyecek kadar yiyecek ve içeceği olanlar elbet bunu daha kolay başarabilirler. Bir başkasına bağlı yaşamak yürekler acısı ve belalı bir şeydir. Kendimiz ki en iyi, en emin sığınağımız odur, kendimiz bile yeterince güvenilir değiliz. Kendimi hem yürekçe, asıl iş yürekli olmakta çünkü, hem varlıkça öyle hazırlıyorum ki, başka her şeyimi yitirdiğim zaman kendimle yetinmesini bileyim.
- Sen tut, doğanın şaşmaz, hiçbir yerde değişmez yasalarını hor gör, sonra o senin yaptığın, tek taraflı acayip, uygunsuz yasalara uymaya çabala.
- Hesiodos, ceza suçun hemen ardından gelir; sözünü düzeltir: Ceza ile suçun aynı anda, birlikte doğduklarını söyler. Cezasını bekleyenler onu çekiyor demektir; cezayı hak etmiş olan onu bekliyordur.
- Çocuklarımıza kendi dünyalarından önce, gökteki yıldızların ve devinimlerinin bilimini öğretmek büyük bir saflıktır.
- Doğrusu gördüğüm birçok insan gibi benim arkamdan da olur olmaz sözler söylenmesini istemiyorum. Şöyle düşünürdü, şunu yazardı, böyle yaşardı; şunu ister, bunu istemezdi; ölürken konuşsa buna şunu der, şuna bunu verirdi; onu benden iyi tanıyan yoktu gibi.