- İnsanlar isterlerse her şeyi, ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi çünkü. En çok da sevgiyi elbette, alışılan yaşam biçimlerini, alışılacakları.
- Sözcükleri tabanca gibi doğrultuyorlardı boşluğa ve dişileştiriyorlardı onları, dişlerini hırs ve iştahla batırıyorlardı sözcüklerin tenine ve kendi tenlerinin yankısını arıyorlardı sonra; dokundukları şeylerde, işittikleri, düşledikleri, bildikleri, bilmedikleri şeylerde.
- Belki de insanlar koskoca yaşamları boyunca yalnızca bir kez farklı olmaya katlanabiliyorlar, sonra da yavaş yavaş öteki insanların davranışlarına, düşüncelerine ve duygularına bürünerek, durup dinlenmeden kendini tekrarlayan uçsuz bucaksız bir benzerlikler denizinde kaybolup gidiyorlardı.
- Düşmanca bakıyor yattığı yerden, suçlayarak bakıyor, kıskanarak, severek, sonra gene kıskanarak, gene severek bakıyor. Dilenerek bakıyor hatta, bakmak istemeyerek bakıyor ve öldürmek isteyerek, öldürmek isteyerek, öldürmek isteyerek bakıyor. Sonra da, ölmek isteyerek bakacaktır belki ama, kanım ürperiyordur birden ve yere gene bir şey düşürüyordur. Mendil hafifliğinde ve sessiz.
- İnsan, ne denli çaba gösterirse göstersin ve kaçınılmazlığına ne denli inanırsa inansın, ayrılığa hiçbir zaman hazırlanamıyor çünkü. Hazırım, dediği anda bile içinde ele geçiremediği bir nokta kalıyor sürekli; ayrılığa alıştıramayacağı, sızlanışlarını durduramayacağı bir nokta kalıyor. Acıyı yüklenip çoğaltacak bir nokta.
- Kendi kendini uyuma zorlayan biricik canlının insan olduğunu ve uyumun, insanın kendi kendine buyurabilmesini engellediğini fark edip aykırı davranışlar gösterecekti. Beni yaşata yaşata öldürüyorlar.
- Bildiğim tek şey, ne yaparsa yapsın, insanın birkaç saniyeye bile söz geçiremeyişi. Başka bir deyişle, yaşam dediğimiz o kocaman ve karmaşık serüvenin, kimi zaman birkaç saniyede kurgulanıp birkaç saniyede inanılmaz bir hızla yön değiştirdiği ve günlerimizin, haftalarımızın, aylarımızın, hatta yıllarımızın gerisinde kalan o birkaç saniyenin bütün ömrümüzü kapladığı.
- İçinde kitaplarım vardı çünkü, kimseye göstermediğim, herkesten köşe bucak sakladığım şiirlerim vardı ve annemin babamın uykuya gömüldüğü, kardeşimin kolunu bacağını dağıtarak ölü gibi kalakaldığı ve evdeki sessizliğin kalemimin cızırtısına doğru eğilip eğilip duvarlarda yankılandığı saatlerle doluydu o şiirler; kendimi kalem ucuyla deşmelerimle, kendimi gizli gizli kanatmalarımla, ruhumun çıplaklığı ve çıplaklığımın yorgan altlarında küflenen acemiliğiyle doluydu.
- Yükselmek: Kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren büyülü bir düş, ya da yukarıya doğru bir alçalış.
- ilkin, insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum, dedim sözgelimi. sonra, kendini çocukların varlığında yenileyen hayatın acımasızlığından, bu acımasızlığın üstünü örten masumiyetin derinliğinden ve kapı kilitlerinden korkuyorum, dedim. Sonra, canlı olmanın aczinden, aczin doğurduğu kaçınılmaz sonuçlardan, sokaklardan ve insanların içinde uğuldayıp duran çok ağızlı kuyularla bu kuyuların karanlığından korkuyorum, dedim. Sonra hızımı alamadım ve insanların varlığını eksilterek onları tamammış gibi gösteren şehrin abuk sabuk görüntülerinden korkuyorum, dedim. Sonra hızlandıkça hızlandım ve patronların diliyle konuştuklarını fark edemeyen ezik ruhlu kapı kullarının gururundan ve bu gururun girebileceği çeşitli kılıklarla bu kılıkların insana alçak gönüllülükmüş gibi gözüken kıvamından korkuyorum, dedim. Sonra artık kendimi frenleyemedim ve hayatımızın içinde gezinip duran tanklardan, helikopterlerden ve uçaklardan korkuyorum, dedim. Sonra aniden hatırladım ve bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların, geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum, dedim.