- İnsan insanı eksiltir, diye düşünüyordum, nasıl çoğaltırsa.
- Yükselmek: kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren kötü bir düş, ya da; yukarıya doğru alçalış...
- Sonra acaba bu tanklar Ortadoğu'nun karanlığında yüzen, açlığın ve salgın hastalıkların kol gezdiği o ilacı kesilmiş yoksul şehirlere doğru mu gidiyor, dedim. Sonra, gidince kim bilir kaç evi yerle bir edip çığlık çığlığa kaç mahalleyi yıkacaklar ve o sırada yeryüzünden yükselen sesler kim bilir gökteki yıldızları nasıl sarsacak, dedim. Sonra, gacır gucur öten koca dişli paletleriyle kim bilir bu tank sürüleri yere kapaklanıp kalan pembe yanaklı kaç çocuğun üzerinden geçecek, dedim. Sonra, vagonların tepesinde uslu uslu duran bu kamyonlarla cipler de kim bilir tank ateşiyle yanıp kavrulan kaç rüyanın külleri arasında gezinecek, dedim. Sonra, acaba vagonlardaki bu askerden kaçı sağ salim geri dönecek ve döndüklerinde acaba tank paletlerine yapışıp kalan kanlı pürçeklerle küçücük ellerin görüntüsünü göz kapaklarının içinden nasıl silecekler, dedim.
- yalnızlık susturmaktır kendi sesinle kendini, iç bedenini oymaktır diş diş, düş düş genişletmektir. Yalnızlık en çok susturmaktır.?
- Çünkü, insanların büyük bir bölümü, birçok güzelliği göremezdi. Büyük bölümü, birçok güzelliğe dokunamazdı. Onlar, birer uyurgezer gibi, geçip giderlerdi güzelliklerin yanından. Ya da, kafalarına taktıkları başka bir güzelliğin peşinden koşarken, onun uğruna, birçok güzelliği de ayaklarının altına alıp hiç farkına varmadan acımasızca ezerlerdi.
- "trompet olmak istiyorum" demiştim içimden; "trompet olmak istiyorum..." Gene de, bu sözcüğü o gün Lorca'nın "Gümüş Olmak İstiyorum" adlı şiirinden mi, yoksa düğün salonunun köşesindeki çocukların arasında sürekli gözyaşı döken annemin görüntüsünden mi yonttum, bilmiyorum. Bir yandan beni ona, onu bana bağlayan bağlara lanet okuyordum. O bağlar, ister birkaç yudum sütün ılıklığından, ister bir rahmin karanlık anlarından, isterse bir sarılışın sıcaklığından doğsun; hatta ister ilk lokmamızın hatırından , ilk adımımızın sevincinden, ilk sözcüğümüzün tınısından ya da planlanmamış bir birlikteliğin planlanmamış fedakarlığından oluşsun, sonuçta ikimizi de biraz körleştiriyor, topallaştırıyor ve sağırlaştırıyordu. Ellerimizin uzun çabalarla kazandığı çeşitli ustalıkları budayıp gözlerimizin keskinliğini oyuyordu belki de, yalnızlığımızı, tekliğimizi, acımızı ve sevincimizi kana kana yaşamamıza engel oluyordu. Ömür boyu gereksiz bir yük gibi gizlice taşıyorduk bu zinciri, taşımadığımızı sandığımız ve artık iyice olgunlaşıp ondan kurtulduğumuzu düşündüğümüz zamanlarda bile birdenbire ağırlığını hissediyorduk bileklerimizde. Birdenbire tenimizde şakırtılarını işitiyor ve hala anne sıcaklığına ihtiyaç duyan küçücük bir çocuğun içimizde kımıldanıp durduğunu görüp ürperiyorduk. sonra da istesek de istemesek de, o zincirin öteki ucundaki insanın varlığı kadar eksiliyorduk."
- Bir yandan da kendi halinde bir müşteriyken oranın koruyucusu konumuna düştüğüm için canım sıkılmıştı.Gerçi aslında dükkanı değil de kendimi koruduğumun farkındaydım .Üstelik her ay traş olduğum berbere karşı yapıyordum bunu...Saatlerce dükkanı bekliyorum diye kendimi bekliyordum başucumda dikilerek.
- Beklerken soluğumu biriktirmek, her türlü olabilirliğe karşı sesimi ayarlamak, ya da kelime dağarcığımı altüst edip kelimelerimin en güzelleriyle en çirkinlerini, en yumuşaklarıyla en sertlerini, en ateşlileriyle en soğuklarını tek tek gözden geçirmek, birbirleriyle karşılaştırmak, tozlarını almak ve anlamlarının ağırlığını yeniden tartmak gibi birtakım hazırlıklar yapıyordum...
- ... çenelerini kocaman ayırıp göğü yutacakmış gibi esneyen bu insanlar beni görmüyorlardı.
- Boşluğun yüzüne çizilivermiş donuk resimler gibi, hiç kımıldamadan, öylece duruyorlar... Duruşları, insanın içine doğru bir salkım keder sanki, bir uzun of, ya da oracıkta donup kalmış derin bir iç çekiş...