- Ezeli hastalıklarımızın başında gelen aşk aklın terazisinde tartılamayacak kadar ağır, ağır olduğu kadar da hafiftir ve bu yüzden hem bütün kitapların ortasında, hem de Tandırname'nin ilk sayfasında yer alacak bir konudur, derdi sözgelimi. Ya da, insanın içini ısıtan güleç bir yüzle, aşkın gözü kördür derler ama aslında kulakları da sağırdır, derdi. Ya da, çok önemli şeyler söylüyormuş edasıyla bir zaman havanda su dövdükten, aklımızı cümlelerin aklına böldükten ve büyük aylakları hatırlatan dağınık adımlarla değişik boşluklara doğru defalarca gidip geldikten sonra, azizim, aslına bakarsan aşk denen zımbırtı bir çeşit büyülenmedir ve büyülenme anında herkes ister istemez papağana dönüşür, derdi.
- İlkin, insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum, dedim sözgelimi. Sonra, kendini çocukların varlığında yenileyen hayatın acımasızlığından, bu acımasızlığın üstünü örten
- ... bir insan, acaba ben hangi alışkanlıklara köprü oluyorum, geçmişten alıp geleceğe doğru neleri götürüyorum, ya da huyumda tüyümde ne tür pisliklerle ne tür parıltıları barındırıyorum diye arada bir durup kendisine bakmalı, derdi sözgelimi ve bunu yapmayanları geleceğe ihanet etmekle suçlardı.
- ... zaten dünya büyük bir şey değildir Hasanım Ali, kimi zaman sevdiğimiz insanın yüzü, kimi zaman hayal edilen bir dokunuşun büyüsü, kimi zaman da kapıldığımız bir hevesin genişliği kadardır, dedi. Hatta, kendinden emin bir sesle, tatlı tatlı birkaç örnek daha verdi bu konuda. Ben hemen atıldım tabii ve ona, peki, bu saydıklarının dışında kalan dünya ne olacak, diye sordum. O da, geride kalan dünya saydıklarımın içindedir zaten Hasanım Ali, onları onların içinden görür, onların içinden tadarsın, dedi.
- Çünkü insanların büyük bölümü ,birçok güzelliği göremezdi.Büyük bölümü birçok güzelliğe dokunamazdı.Onlar,birer uyurgezer gibi,geçip giderlerdi güzelliklerin yanından.Ya da,kafalarìna taktıkları başka bir güzelliğin peşinden koşarken ,onun uğruna, birçok güzelliği de ayaklarının altına alıp hiç farkına varmadan acımasızca ezerlerdi.
- Kokumla hıçkırdım , rengimle çığlık attım.
- Oysa ,düpedüz uçuyordum artık,komşularımın boyunu aşmış,bulutlara doğru epeyce yükselmiştim.Çok geçmeden didiklenmiş pamuk yığınına benzeyen bulutları da aşagıda bıraktım tabi.Komşularım da, ister istemez gözümde birer yeşil noktacığa dönüştüler.Unutulmuş bir masalda yaşıyorlardı sanki ; yeşiller prensesinin gözyaşlarıydılar da ,ben göğe doğru yükseldikçe,onlar toprağın yüzüne damla damla dağılıyorlardı.
- Koşarsın koşarsın da varamazsın hani; içindeki umut, varamadığın kadar büyür.
- Düşünce insanın içine düşünce, yolun yarısı tamam. Yani varılır bir yere, önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin. Dönsen de, eksik.
- Çocukluğum boyunca, işte böyle, hep onun (babamın) gidişlerini gördüm ben, hep onun gidişlerini duydum ve kendimi hep onun gidişlerinden artakalan herhangi bir şey gibi hissettim. Çok seyrek gelirdi eve çünkü, sık sık giderdi ama, alabildiğine seyrek gelirdi.