- İkisi birkaç defa buluştuktan, fakat hiçbir şey konuşmayarak dalgın bakışlarla sustuktan sonra yeryüzünde hiç kimsesi olmayan Şeref, bir gün Pusat'a kısa bir yazı göndererek intihar etti. Yolladığı kağıda ?'Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum'' yazılıydı.
- Fikrimce serbest vezin, yine vezinli olmak şartıyla, mısraların birbirlerine tabi olmayarak serbest bulunmasıdır. Onun için divan şairlerinin müstezadları serbest veznin ilk örnekleri sayılabileceği gibi yenilerden Orhan Seyfi'nin ?'Fırtına ve Kar'' adlı güzel manzumesiyle Enis Behiç'in ?'Gemiciler'', ?'Süvariler'' gibi şiirleri serbest veznin yeni ve güzel örnekleridir. Mesela Süvariler şiirinde:
Ey vatan!
Güzel Turan!
Sana feda biz varız.
Düşman oğlu meydana çık!
Kahramanlık kimde ise anlarız
mısralarında hecelerin yavaş yavaş çoğalması keyfi değil, ritmik bir kanuna göredir. Fakat bu kanun ifade edilmekten ziyade hissedilir mahiyettedir. Serbest vezinli denilen yeni yazılarda ise bu ritim olmadığı için bunlar manzume olmak vasfını taşımıyor. - Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...
Ram ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın... - - Daha tuhafı var. Felsefe öğretmeni anlatıyordu. Geçen devrelerin birinde, Kant idealist midir, realist midir sorusunu bir kız ?'Kant ne realisttir, ne de idealisttir, Kant Alman'dır.'' diye cevap vermiş.
- Öğretmen de buna gülmüş, değil mi?
- Elbette.
- Ben öğretmeni daha gülünç bulurum.
- Niçin?
- Çünkü idealist veya realist olmak Kant'a başkalarının yakıştırdığı sıfatlardır. Bu bakımdan süphelidir. Alman olmak ise tabiatın ona verdiği kesin ve su götürmez sıfattır. Bu bakımdan kız haklıdır. - Tarih, insanları; insanlar da tarihi yarattığına göre ebediyete kadar devam edecek bir fasid dairesinin içinde kapalıyız demektir ve tarihin bedbahtlığı da kendisinin,menfaat gördükleri zaman en ilahi hakikatı bile red, inkar, tahrif, veya ihfa edebilen insanlar tarafından hikaye edilmesindendir. Uzağa gitmeden, çatırtıları hala işitilen bir haileyi misal vererek fikrimi ispat edeceğim: İkinci Abdülhamit çok kötü bir adamdır ve onun sadrazamı Said Paşa da istibdada alet olmuş kötü bir vezirdir, değil mi? Tarih böyle yazıyor.
- Evet!
- Evet değil, hayır! Tarihin şuuru ve vicdanı olsaydı böyle demeyecekti. Çünkü tarih Sultan Hamid'le sadrazamını bize onların düşmanları olan hürriyetperverlerin ağzı ve gözüyle anlatıyor ve eşref-i mahlukat sayılan, fakat hakikatte bir sürüden başka bir şey olmayan insanlar da bu şahane safsatayı kabul ediyor. Acaba Sultan Hamid'in gözüyle tarih yazılsaydı hürriyetçiler için verilen hüküm ne olacaktı? Bu hükmün doğruluğu ne malum diyeceksin. Şuradan malum ki, Sultan Hamid'in siyasi idamlar yapmadan otuz yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu hürriyetçi takım siyasi idamlar, korkunç istibdadlar arasında ve on yılda tasfiye ettiler. Simdi şu kıyaslamaya göre daha başka neticelerde kendiliğinden çıkmaz mı? Hürriyet kahramanları ortaya fırlamasaydı da Abdülhamid yerinde kalsaydı Balkan Harbi çıkmayacaktı. Çıksa bile Abdülhamid'in siyasi dehası Balkanlılar'ın arasına tefrika sokacak ve belki birini kendine çekecekti. Çekmese bile memlekette hürriyet, yani partizanlık,yani hastalık olmadığı için Türk ordusu normal kuvvetleriyle ve tabii bir netice olarak Balkanlılar'ı birkaç ayda yenecek ve Abdülhamid onlardan hiçbir toprak almamak suretiyle Avrupa'nın gözünü boyayarak Balkan muvazenesi bozulmadığı için de, bu muvazenenin bozulmasından doğan Birinci Cihan Harbi çıkmayacaktı. Hem Türkiye hem de Avrupalılar için bu kadar felaketli neticeler doğuran,adeta ahlaksızlığın ve komünizmin temellerini atan Cihan Harbine mani olmak az şey midir? Mantıki bir neticeler silsilesine dayanmak için bunları kabul etmesek bile Osmanlı İmparatorluğu'nu onun otuz yıl yaşatılmasıyla berikilerin çökertilmesi, ikincilerin birinci hakkında verdiği hükmün sahteliğini, gülünçlüğünü ortaya koymaya yetmez mi? Onlar ne feci mahluklardır ki hürriyet ve adalet çığırtkanlığı ile sürüleri peşlerine taktıkları halde is basına geldikten sonra istibdadın koyusunu ve zulmün en hasını yaptılar. İşte bu feci mahlukların görüşüyle yazılan, yani daha başlangıçta yanlış bir hükümle ise koyulan tarih, Abdülhamid'i ve onun veziri Said Paşa'yı hicvederse ben ona nasıl inanırım? Manzarayı iyi kavra. Biri kuruntulu, şüpheci, fakat aynı zamanda hamiyetli, vicdanlı ve siyasi dehaya malik bir kral, bir imparator, İkinci Abdülhamid. Zaafından kendisinin sorumlu olmadığı koca bir ülkeyi idare ediyor. Otuz milyonluk bir mahşer ki, içinde dinler, milliyetler ve ihtiraslar çarpışmakta ve dış alemin azgın bakışları karşısındaki hakim unsurun sayısı üçte biri nisbetini bile doldurmamaktadır. İkincisi, fikirlerinde en ufak bir hafiflik olmayan ciddi, sağlam muhakemeli, memleketin çilesi ve kahrı içinde yetişmiş, uzağı gören bir vezir, Said Paşa. Hayır, meşrutiyet girerse hakim unsurun Mecliste azlıkta kalacağından korkuyor. Öteki disipline ve hiyerarşiye alışkın bir topluluğun bir başıbozuk sarhoşluğu arasında muvazeneyi kaybedeceğinden ürküyor. Netice? Netice meydanda: Küfürlerle ve iftiralarla yerin dibine geçirilen iki kişinin haklı olduğunu zaman ispat etti. Ya hürriyet kahramanları? Onlar meydanda yok... - Çünkü yanlış ve yalan davalar daima parlak gözükür. Fuhşun felsefesini yapmak, namusun müdafaasını yapmaktan daha kolay olduğu gibi...
- Kanuni Sultan Süleyman hakkındaki fikrin nedir? Edebiyatçı olmak dolayısıyla belki bunun üzerinde durmadın. Duranların düşüncesi nedir? Niçin bütün yaptıkları hakkında aynı bilgiye sahip olan insanlar onun üzerinde zıt fikirler yürütüyor? Oğlunu öldürttüğü için zayıf mıdır? Kanun ve nizam adamı olduğu için büyük müdür? Ülkeler aldığı için kahraman mıdır? O serseri ve dalkavuk devşirmeyi yükselttiği için alçalmış mıdır? Görüyorsun ki, tarihin ışıldakları altındaki bir adam için bile, ölümünden beri aşağı yukarı üç buçuk asır geçtiği halde değişmez hüküm verilemiyor. Çünkü herkes her hadiseyi yalnız kendi görüş noktasından seyrediyor. Acaba kahraman şehzadesini öldürmekle haklı değil miydi? Hürrem Sultan'a esir olması tabii sayılmaz mıydı? Devşirme İbrahim'i önce yükseltip sonra idam ettirmesinde yüksek bir devlet politikası yok muydu? Bunlar o kadar düşünülmüyor...
- İnsanların sık sık "Gözümle görsem inanmam" dediklerine dikkat etmişsinizdir. Bu ne demektir? İnsan gözüyle gördüğüne de inanmayacaksa görmenin manası kalır mı? Bu doğrudan doğruya ilk inanca sadık kalmanın neticesidir. Yani insanlar bir nevi hastadır...
- Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın...
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın - Aşkın şehvetle aynı şey olduğunun kesin bir delili de vuslattan sonra ikisinin de sönmesidir.