- Hayatlar evler gibi olabilse keşke. Kapısına kilidi vurup biraz dışarı çıkabilseniz.
- "Herkes kendi günahını unutur, ama kimse alacağı intikamı unutmaz." (s. 52) "Artık dünyayı değiştirmek için küçük şeyler yapabiliyorsak bunun tek nedeni dünyanın küçülmüş olmasıdır. Bizim değil!" (s. 114) "İçim kırık dökük şeyleri özlüyor. Yani her şey çok sağlam, çok güvenli, çok sabit..." (s. 121) "İnsan nasıl yaşıyorsa öyle sevişiyor." (s. 123)
- "Bildiğim şeyler var. Artık anlayabiliyorum çekirdeğimin neşesini. O, bugün yorulduğu, sıkıldığı ömrünün sonuna yaklaştığına seviniyor." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- "Fakat... Fakat, taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse sıra, yaşdaşlarım kadar ben de bilirim bunu. Öyle bir katılaşırım ki, hiçbir acı uğrayamaz yanıma. Bir taşın çıldırtan sabrını taşırım ben de. Sıra taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse yani... Bakın işte, meydan okuyorum yine. Ama biliyorum ki, tutuluşa zaten dahildir, hem de en dahildir öfke." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- "Birçok hayata, birçok şeylerin hayatlarına bölünmek istedin. Bölününce de, bir ömrü tamamlayamayacağını gördün, nefesini keseceğini bu kesintisiz seyahatin. Zorla geriye topladın kendini. Her parçalanan oyuncak, "tamir edildiğinde" bir parça fazla gelir. Sen, "tamir edilemez" olansın. Birleştirildiğinde "iç"in fazla geldiğini gördün. Yine de, "sürebilmek" için, birleştirip kendini, dünya yüzüne kondun. Çalışan ve hayranlık uyandıran bir makine gibi durdun evrende. Yine de sen biliyorsun: eksiksin ve başka türlüsün." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- "Her şeyin çoğu ve her şeyin azıyla sınandın. Kusursuzu gördün. Yapabileceğini, insanları ne kolay peşinden sürükleyebileceğini gördün. Ama iğrendin bundan, "sürüklenmek"ten iğrendiğin kadar "sürüklemek"ten de iğrendiğini gördün. Sürüklemek için, sürüklenebilecek kadar alçak olmak gerektiğini gördün. Birinin diğerinden farkı yok senin için. Dünyanın önerdiği hazinelerinin bu iki eylemle mecburi ve doğrudan ilişkisini bildin. Bu yüzden şimdi, ağzından çıktığı anda boğucu bir kumula dönüşen o sözleri sarf etmenin sırası geldi." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- ""Hiç geçmeyecek" demiştik biz onlara. "Hastalık bulaşıcıdır," demiştik. "Dokunma ve merak yoluyla bulaşır, " diye eklemiştik. Ama biliyoruz artık, söylediklerimize inanmayacaklar. Hep aynı merak ve aynı haddini bilmezlikle kullanacaklar çomaklarını. Önce çomaklarıyla dürtecekler bizi. İlk kez gördükleri bu yaratığı, önce ürkerek, dürterek, belli bir mesafeden "keşfedecekler". Keşif, en vahşi yanıdır kalabalıkların. Keşif, geri dönülmez bir işgalin masum yüzlü ulağıdır." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- "Bir var sabreder yalnızca. Zamanı dilenir zamandan. Taşın silahı sabretmektir. Taşın silahı, acıyı gövdesinden hakkıyla geçirebilme beceresidir. Çünkü nasıl bir taş kendi ağırlığındaysa, tutuluşların acısı da ancak kendi kadardır. Fazlası var sanılacaktır; ancak, bilin ki, tutuluşun acısı sadece kendi kadardır. Katlanmak için zamandan zaman dilenmek gerektir. Tutulmuşlara verilecek ilk tavsiye budur." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]
- "Katılmalısın konuşmalara. Ara sıra da olsa. Çünkü hiç delirmek istemiyoruz biz. İyi fotoğraf veren deliler gibi değiliz çünkü, bizimki beş para etmiyor, biliyoruz. Bizim sözcüklerimiz gözümüzün arkasından geçiyor. Beş para etmiyor bu yüzden deliliğimiz; çünkü, herkes ağzıyla konuşuyor. Herkes ağzıyla deliriyor. Katıl diyorum sana, katıl o büyük ağızlı konuşmalara." [Ece Temelkuran/İç Kitabı]