- Nerem varsa insan kalan... İşte orası açılıyor.
- Beni hangi dalga sesine çağırdığını bir bak. Yağmurdan ıslanmış bir banka oturuyorum ve bu karın ağrısı denek. Karşımda sahile çarpıp geri dönen deniz; Paris, Berlin, Honkong, Ürdün, Yemen... Sular bir şeyler söylüyor, rüzgârsa onları kısa bir süreliğine oyalamaya çalışıyor. Arkandayım kapıcı çocukları, mavi ojeli orospular, bulucinli dilenciler, kaldırıma park etmiş otolar; BU AÇIK HAVA TİYATROSUNDA AYNI HÜZÜN KIRBACIYLA İRKİLİYORUM.
- Beni hangi dalga sesine uçurduğuna bir bak. Sen çocuk oldun, ben hain kaldım.
- "Yalan, ağdalı bir salyadır televizyon. Çabucak sızar odaya; bürokratların kravatına sıçrayan kanı temizler. Hemen sehanın üzerindeki muhallebi bin içine düşer. Ölüm, annen seni görmeye geldi; hadi avluya çıkan, ekrana çık, gazete başlıklarına çık, tuvalete çık. (S. 48)
- Denizin üzerinde, kibrit kutularından bir ev kur bana. Tuzlu su, bütün kibrit uçlarını sakinleştirir. Yangınsız, tutkusuz, şehvetsiz kalırız öylece. Belki, işte belki o zaman aşık oluruz ikimiz, sen bana, ben sana. (S. 49)
- Bir tek ben kanadın, bir tek sen gördün beni. Artık özgürüm, öyle yalnızım ki... (S. 71)
- Bu kadar kırılmışken ve hala kırılabilecekken bırak sayfalar onarsın bizi. Hala ilk günkü kadar yakınım sıcak mürekkebe. Aşk senin kadehinde bakışımı delip geçerken anladım...
- ''buz mavisi teninde aşktan yaralı birini görürsen cama yapışan sözcükleri ona ver'' derim..
- Kırmızı. Sana, sadece kırmızı demeliyim. Ben başaramıyorum kırmızı. Hatırlamak dışında bir mucizem yok. Bir şeye inandım. Bir şeye ve sadece bir kere ağlayarak dans ettim. Oysa hayata bağlanmak için ayağa kalkmıştım.
- Bazen her bekleyiş sessiz bir barınağa döndürür kalbini.