- Aşkı hayat biçimlerine bir türlü oturtamıyorlardı. Nasıl yaşanabileceğinden emin değildi hiç biri. Günaha düşmek korkusuyla, aşık olmak arasında savrulup duruyorlardı. Kendilerine sevmek yerine, mantıklı olmayı telkin ediyorlardı ve akla yükleniyorlardı. Hatta gereğinden fazla. O dönemde henüz kitaplaşmamış olan Mona Roza'yı ezbere okuyor, bir muska gibi yanlarında taşıyorlardı. Şiirin fotokopileri elden ele dolaşıyor ama Roza'yı bulabilme düşüncesi hayallerin ötesine geçmiyordu.
- Gözlerine bant çekiliyor zavallı çocukların, kızların, kadınların. Hüzün en çok gözlerde. Gazetelerde hep gözler gizleniyor. Acı en çok gözlere siniyor. Utanç en iyi gözlerden okunuyor. Gözler hayatı tefsir ediyor. Hayat gözlerden kendini ele veriyor.
- Hepimiz güvenceyi biriktirdiklerimizde ararken o ölümün ansızın gelişinin biriktirmeyi nasıl gülünç bir duruma soktuğunu anlatıyordu hal lisanıyla. Ölüm bu biriktirdiklerini beklemez diyordu kanaatkar bir edayla.
- Kaybettiğin hiçbir şeye ağlamanın anlamı yok anlıyor musun? Sevdiğin kadını sokaktaki kadınlardan ayıran anlamı sen ona kattın. Olmasa da bir şey değişmeyecek. Hayatı kalabalıklaştırdıkça içinde kayboluyorsun. Kendi kalabalıklarının arasında kutsallığını yitirdin.
- - Konuşmayı kabul ettiğin için sağol.
- Ne diyeceksin?
- Şeyy... biraz yalnız kalabilir miyiz? Arkadaşın izin verirse?
- Kusura bakmayın tek başımıza kalmamız caiz değil. O da olsun.
- İyi de okulun içindeyiz, tek başımıza değiliz zaten. Bir sürü insan var etrafta.
- Olsun yine de kalsın. Ondan bir şey saklamıyorum nasıl olsa...
- Peki... şey... Çok güzelsin...
- Böyle şeyler söylemeyin lütfen!
- Aslında... seni seviyorum ben.
- Ne diyorsunuz? Bunları duymak istemiyorum!
- Kötü bir şey söylemedim ki. Seviyorum yani... evlenmek niyeti işte!
- Böyle olmaz bu işler. Birilerine iletirsiniz oturup öyle konuşulur. Benim de danışacağım insanlar olur.
- Kızım sen aptalsın! Sen var ya harbiden salaksın! Seni hayatında karşılaşabileceğin en gerçek ve kutsal eyleme özne yapmaya çalışıyorum ve sen hala farkında değilsin. Neler kaçırıyorsun biliyor musun?
- Ne biçim konuşuyorsun?
- Evet öyle konuşuyorum. Sen salaksın kızım! Benim aşkıma özne olma şansını kaybettin. Sümsük bir herifle hayatını geçireceksin. Tüketeceksin kendini. Mutfakta sürüneceksin. Sana bir tek gece şiir okumayacak. Bunu sen istedin. Hak ediyorsun kızım, senin gibiler hak ediyor bunu. Biraz cesur ol kızım, ben iyi bir insanım, senin için olabileceklerin en iyisiyim.
- ...
- Kaybettin! Cidden kaybettin. Acımıyorum sana bunu seni istedin. Git sümsük bir herif bul. Hatta ablaların bulsun sana...
- !!!
- Aşk diye bir şeyi ölsen de öğrenemeyeceksin bundan sonra. Hadi eyvallah! - Tanrım, bir projem yok!
Az önce fark ettim,tek bir projem bile yok. - Zengin semtlerin sokakları,sabahın erken saatlerinde yoksulların aceleci adımlarıyla doluyor.Eskimiş paltolu kadınlar,ucuz gömlekli erkekler lüks apartmanların,vitrinlerin önlerinde,asık yüzlerle koşturup duruyorlar.
- Bir yoksulun yüzüne bakan insanda,küçücük bir vicdan kıpırtısı bile varsa,o yoksula yardım etmek ihtiyacı doğar.Oysa bir markete herhangi bir şirkete girdiğinizde insanlarla değil,soyut bir kurum kimliğiyle muhatap olursunuz.
- Gidelim buradan.
Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp gidelim.
Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.. - Cevaplar için sürekli başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyordum,oysa kafamda o kadar çok soru var ki artık etrafımda kimsecikler olmasa da olur
Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi.