- Yoksulluk, miskinlik dolu bu aşağılık dünyada ilk kez bir güneş ışığı hayatımı aydınlattı sanmıştım. Ama ne yazık, bu güneş ışığı pek de süreksiz bir parıltı oldu, bir meteordu sanki. Işıltısında kısa bir an, bir saniyelik bir zaman için hayatın bütün bedbahtlığını gördüm, azamet ve güzelliğini kavradım. Sonra da ya ulaşacağım ana kadar, onun uğursuz izleri hayatıma hep zehir akıtacak. "Zehir" diye yazdım ya, onun damgasını her zaman bağrımda taşıdığımı ve taşıyacağımı söylemek istiyorum.
- Ve şimdi yazmaya karar vermişsem bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtma isteğidir. Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme... İşte onun için denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır başkalarıyla bütün bağlarımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum. Ne boş düşünce -Olsun ama her hakikatten daha ızdırap veriyor bana.- Bana benzeyen, görünüşte bendeki ihtiyaçlara, tutkulara, arzulara sahip bu insanlar niçin kırarlar beni? Ancak benimle eğlenmek, bana çatmak, için yaratılmış bir avuç gölgeden başka bir şey mi bunlar? Ne hissetsem, ne görsem, neye değer versem hepsi, baştan sona vehim değil mi? Fakat ben gölgem için yazıyorum, gaz lambasının duvara yansıttığı gölgem için. Kendimi ona tanıtmalıyım.
- Çalışacağım yazmaya, aklımda kalanları. Belki genel bir sonuca varırım -hayır- fakat içim rahat eder, inanabilirim kendim. Lakin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, düşüncelerimi kendime saklamalıyım.
- Acaba birgün metafizik olguların, ruhtaki bu kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı anlaşılacak mı?
- Hayallerim dağılıyor, çözülüyor; o renklerde, o şekillerde eriyordu. Esiri okşayışlarla dolu dalgalarda yüzüyordum. Kalbimin sesini duyuyor, damarlarımdaki nabzı hissediyordum. Derin bir anlam ve sonsuz bir keyif vardı bu halimde. Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyorum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım; bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.
- ...ben var oldum olalı, soğuk hissiz hareketsiz bir ölü, karanlık odada hep yanımdaydı benim.
- Ah, ne çok çocukluk, aşk, çiftleşme, evlilik ve ölüm hikayeleri var, hiçbiri de gerçek değil! Kıssalar, parlak sözler yordu beni.
- ... ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.
- Gelmezdim dünyaya, elimde olsaydı. Gider miydim dünyadan, elimde olsaydı? Ne gelirdim, ne giderdim, ne kalırdım. Şu harabe dünyada; daha iyisi olmazdı.
- Yalnız ölüm yalan söylemez!