- Öğrenmek istersen iyiyle fenayı, seyreyle bir kenardan yalan dünyayı.
- "İnsanın, kendisi gibi olmak istemediği zamanlar da varmış. Ben, her zaman kendileri gibi olmaları için baskı yapıyormuşum onlara. Tek yönlü, can sıkıcı bir yaşantıya itiyormuşum onları. Size yaranmanın bir yolunu bulamadım zaten. Bunu da açıkça söyleseydiniz, seve seve katlanırdım her yönünüze. Seninle olmuyor, diye kestirip attınız. Zamanın yetersizliğinden söz ettiniz. Oysa ben çoğu zaman yapacak bir iş bulamadım. Bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz? Biraz da siz öğretebilirdiniz bana. Önce alırdınız beni, istediğiniz biçime sokardınız, sonra da şöyle yap, böyle yap, derdiniz. Hangi kitaplar okunacaksa, daha önceden söylerdiniz. Tabiatı sevmiyorsun; eşyaya bakmasını bilmiyorsun. Tamam. Bütün otların adları ezberlenirdi, ay doğarken iç çekilirdi, duvarın üstündeki kedi okşanırdı; benim değişme gücüme kimse inanmadı. Sonunda ben de inanmadım. İşte böyle can sıkıcı biri oldum gerçekten. Ne yazık: siz beni gerçekten bir adam, ne bileyim, sizler gibi kişilik sahibi biri sandınız. Alışkanlıkları olan, çatalı şu şekilde tutup, filan yemeği falan yemekten önce yemesini seven, yatakta belirli bir yatış biçimi alan, itiraz eden, bazı anlarda kimseyi görmeye tahammülü olmayan ve daha bir sürü özellik... Ben de kaçtım, ihanet ettim. Bütün bu olamamak, yapamamak ve daha bilmem neler, başka bir türlü bir kişilik, başka türlü bir kalıplaşma... Ne haliniz varsa görün."
- "İnsan haklı olduğunu bile bile de kaçar. bu kadar haklı olduğu halde, böylesine haksız görünmeğe dayanamamıştır. Kaçmakla, bir bakıma bütün dünyayı suçlamaktadır belki de. Böyle bir topluluğun içinde yaşayamayacağını anladığı için kaçmaktan başka çare bulamamıştır."
- "Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim" dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: "Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda..."
- "Artık tarih atamıyorum. Ne kadar acıyorum kendime; bu yüzden başkalarına acımaya fırsat bulamıyorum. Bütün acımamı kendime harcadım. Dilencilerden kaçıyorum. Biri yüzüme bakıp, acılı şeyler anlatacak diye titriyorum. İnsanlık dışı oldum. Yüzümü yerden kaldıramıyorum. İşim gücüm başkalarına haksızlık etmek. Bu yüzden Tutunamayanlar arasında hakkım olan yeri alamıyorum."
- "Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım. Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım. Ben kötüyüm. Sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. Beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi."
- Bu nedenle köpeklere çok kızdım; bu kızgınlığımın büyük bir kısmı havlamalar bittikten sonraki döneme rastladı.
- Adres kısmını karıştırdım. Bazı isimleri artık silmeliydim; hayır, yeni bir deftere geçirmeliydim. Bütün hayatım ayıklamakla geçti, gene de bitiremedim süprüntüleri atmayı.
- Babama Mektup Şimdiki gençler başka türlü babacığım: Her sözden tek anlam çıkarıyorlar. Ben de o zaman çileden çıkıyorum gerçekten: Asıl amacımı unutup seni onlara beğendirmeğe çalışıyorum. Aslında bu çabanın anlamsızlığını sezmiyor değilim. Ülkenin en zengin adamı senin paltonu tutarken ya da ?Rica ederim Cemil Bey, müsaade buyurun.? diyerek ?bizzat kendisi paltoyu giydirmekte ısrar ederken? senin gibi hissedemedikten sonra, insan o paltonun içinde kendisi varmış gibi gururlanmadıktan sonra, seni beğenmeleri hatta anlamaları neye yarar? Ya da meclise ilk girdiğin sıralarda, başkasından birkaç gün için izin istemeye gittiğin zaman, ?Cemil Bey siz galiba yenisiz,? diyen başkanın karşısında senin gibi utanmadıktan sonra insanın böyle küçük ayrıntıları öğrenmesinin ne anlamı var? ?İstediğiniz zaman yapabilirsiniz Cemil Bey, bana gelmenize lüzum yok,? sözünü duyunca kim senin gibi ferahlayabilir? Bunlar bildiğin şeyler babacığım; sana biraz da bilmediklerin anlatayım: Mesela, cenaze törenin nasıl oldu? Kimler geldi? Cenaze namazın nasıl kılındı? Genellikle bir aksilik olmadı babacığım. Ben ağladım. Okulda o günlerde ?hatırı sayılır? bir durumda olduğum için oradan bir otobüsle bir miktar öğretim üyesi ve bir çelenk gönderildi. Hayatın boyunca hiç görmediğin bazı kimseler ellerini önlerine kavuşturarak ve başlarını eğerek ölümün anlaşılmaz gerçeği üzerinde düşünüyormuş gibi yaptılar mezarın başında. Tabut çukura konulduktan sonda üstüne büyük beton yerleştirildi. (Bu teknik geleneği sevmiyorum babacığım; aşılmaz engellere karşıyım.) Seni, annemin yattığı mezarlığa gömmedik. Bazı yakınlarım öyle uygun gördüler. İnsanlar arasında, onlar öldükten sonra bile anlaşmazlıkların sürüp gitmesini istiyorlar. Benim üzüntümden yararlanarak seni mezarda annemden ayıran yakınım, aslında öteki dünyaya filan hiç inanmaz. Oysa bana, ?Annen böyle isterdi? dedi. Sen bu adamı sevmezdin ve nedense ona yakınlık gösterirdin. Bu nedenle hiç hakkı olmadığı halde sana ?babacığım? derdi. Artık ben akraba olmayanların birbirlerine ?anneciğim, teyzeciğim, oğlum, kardeşim? diye seslenmelerine bütünüyle karşıyım babacığım.
- Babama Mektup Sen öldüğünden beri gittikçe daha ?muhafazakâr? oluyorum babacığım. Mesela, Allah kimseyi genç yaşta anasız babasız bırakmasın filan diyorum. Sana oranla daha ?münevver bir zat? sayıldığım ya da kendimi öyle sandığım için, bu yargıya bir ?filan? sözünü eklemeyi de ihmal etmiyorum. Aramızda ?irfan? bakımından ?görünüşte- bir fark olduğu doğrudur. Sen böyle görünüm inceliklerini akıl edemeyecek kadar saf olduğun, yani benim gibi ?zıt kuvvetlerin muhasalası? olmadığın için belki de bu yazdıklarımı biraz karışık buluyorsun. Aslında karışıklık içimdedir ve bu mektubu yazma isteğim, karışık ruhumun kapıldığı samimiyet buhranlarından biridir. Bu buhran, genellikle senin ölümünden sonra içimde kuvvetle hissettiğim Cemil Beyi yaşatma çabasıyla ilgilidir. İçimde benden ayrı olduğunu sandığım bir de Cemil Beyin bulunmasına sen ?tezyid-i şahsiyet? mi yoksa ?taksim-i şahsiyet? mi dersin pek bilemiyorum.