- Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
- Melamilik, Rüfailik, Mevlevilik, cümle tarikatın cümlesini nefsimizde cem eyledik. Ne Melamiyiz, ne Rufaiyiz, ne Mevleviyiz, biz cümlesiyiz, biz biziz oğul. Hakkı bulmak kolay değildir. Hakkı sende, hakkı bende, hakkı gökte, hakkı yerde, hakkı uçan kuşta, sürünen yılanda ara demişler. Ara, oğul. Ara ki bulasın. Ara ki bulmayasın. Zira hak gayrı ne sende, ne bende, ne gökte, ne yerde, ne uçan kuşta, ne sürünen yılanda, tecelli etmez oldu. Hak vahdettir. Vahdet adalettir. Adalet kalmamış ki Hakkı bulasın... Syf:105
- Erişmeyen vahdete Vahdetteki lezzete Girerse de cennete Rabbi göresi değil... Syf:106
- Istırabın,yorgunluğun,yarı açlık,yarı tokluğun bir çizgisi var ki,bu nesneler o çizginin altına düşünce insanları birleştiren bir bağ olmaktan çıkıyorlar. O çizginin altında insan,ne isyan etmeyi düşünebilir,ne kendine benzeyen yığınlarla insan olduğunu görebilir.Sadece,uçsuz bucaksız,bir damla otu olmayan bir çöle düşmüş,bir orman hayvanı gibi,sallanan bacaklarıyla tek başına,bir boyuna dolanır durur.
- Yürek- -lerin kulak- -ları sağır... Hava kurşun gibi ağır...
- ...Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen...
- ...Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak.
- Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben Bahtiyarım...
- DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
- Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya. Ona sorarsanız: "Lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman." Bana sorarsanız: "On senesi ömrümün."