- -anlattığın kıssadaki benim- ceplerinde kırık makaslar taşıyan hallaç bulutlardan sorumlu. göğün yırtılan katı. güneşe uçan kuşlar. yerçekimi. buhur ve tütsü hep onun derdi. balığın dirilmesine iman et çünkü sepet nil?in koynunda musa?yı doğurdu. musa bir şehir. şehir bir ayna. ben harun?u gördüğümde daha çocuktu bir peygamber taşıyordu alnında. evler tahtadan. tahta ağaçtan. ağaç Allah?tan. dülger, ormandan gemiler yontar, at yontar, içi oyuk derdi büyük atlar, içi insan dolu atlar. düş gezgini pinokyolar çoğaltır, insansız bedenler icat eder, kuytuda. Ettiğine tapınır. kıssadaki çocuk, hani melek kanadına salıncak kuran onu, kanlı elleri arasına alan benim, yoğurduğu düşü boğan, oyununu bölen, hesabı kapatan. her felakette kurtulamayan çocuğun kurtulduğuna sevinen de ben. -ben susmayı bilirim, en iyisi- az, biraz hırsınız olsa, siz kursağımızda lacivert heves kırıntılarını altına dönüştüren bir simyacı beklersiniz. yani o kadar iyisiniz, paulo kadar iyisiniz. ispanya?da doğacak kadar iyisiniz. mesela kitapların ilk, son sayfalarını merak ederim şaşıracak şey ne kadar azaldı, derim. sizin şaşırmanız ne kadar eğlenceli öleceğinizi bilirken bu denli yaşamanız. konuşurken çoğu kez sizi dinlemem, çehrenizde korku, ağzınızda hırs. anlatmadıklarınız. dudak büküşleriniz. gözbebeğiniz. sol kaşınızın sizden habersiz söylediğini ve size ihanet eden ne varsa suretinizde ben bilirim. -dünya öküzle balığın sırtında- kesişen kuvvetler, ağırlık, kütle, çekim dönmese boşluğa düşerdi arz boğa aslında öküzdür ve dünya duraklar arasında ki aslan burcuydu gördüğüm tüm krallar felekler, duraklar ve?l fecr necm: yıldızlar ben zamanı büküyordum bir nehirde iki kez yıkanıyordum mesela ilk mektep duvarında tarih şeridiydi, her şey hayır, nehir duruyordu ben akıyordum ben, o şehrin kapısında kötülük yapmak isterken iyiliğe sebep olan şeytan kadar bedbaht adamlar gördüm. bir padişah gördüm elleri ufanası günahkar girip günahsız çıktığı ırmaktan yarılan bir ova hıncıyla geçip gitti. evvel kendini kesti kılıç. sonra aklını biçti. dünya bulaşmamış bir koytakta anladım bir çocuk, bir çok çocuk oluyordu, mütemadiyen yanıbaşımda gülüyordu boyuna az geride ağlıyordu sürekli az ötede ölüyordu durmadan her şey, her an oluyor bitmiyor başlamıyordu. an vardı zaman yoktu. ? lakin- yeşil sarıksız ulu hocalar, bunu bana öğretmediniz. iki nehir arasında binlerce babil?in yeniden kurulduğunu bana öğretmediniz. kölenin rabbini1 doğurduğu günlere erdim bunu bana öğretmediniz. kırk döşekli eve sahip yalnızlar vardı hangisi hangisine malikti bilemedim. İnsan ödeyip itibar satın alan atın ve gümüş gördüm. bunu bana öğretmediniz. tek gözlü bir devdi, yaşamak diz çöktüğünde gem vuruldular ağzına. nereye üflese çekilirdi su. ardında bir yığın insan, ceplerinde kül, bir yangından bir yangına. göğün kanatları yırtık merhametin eli kanlı. İhtiyarların ölmeden gömüldüğü zamanlara erdim utanmayı öğrettiniz ki ben, ziynet gibi taşıdım onu. utanmaktan utanılan vakitlere erdim bunu da öğretmediniz. kısırdı babalar ve anneler üretken çoğalmanın azaldığına şahit tutuldum. tarlalar düş ekip, göğ ekin biçiyordu yasal ölüyordu insanlar gayrı resmi gömülürken. bir şehirden geçtim ki ölüler yaşayanlara gülüyordu. ak sakalsız ulu hocalar, ki siz, bu dünyadan vazgeçmiş ?yaşamıyor gibi yaşıyor? gibiydiniz o pınarın başında ben ve kara kaplı kitapları şerh ederken siz bunu bana öğretmediniz. Üstad Adige Batur 1. Rab: (Ar.) Efendi, sahip. *Sezai Karakoç?un Hızırla Kırk Saat şiirine naziredir.
- -anlattığın kıssadaki benim- ceplerinde kırık makaslar taşıyan hallaç bulutlardan sorumlu. göğün yırtılan katı. güneşe uçan kuşlar. yerçekimi. buhur ve tütsü hep onun derdi. balığın dirilmesine iman et çünkü sepet nil?in koynunda musa?yı doğurdu. musa bir şehir. şehir bir ayna. ben harun?u gördüğümde daha çocuktu bir peygamber taşıyordu alnında. evler tahtadan. tahta ağaçtan. ağaç Allah?tan. dülger, ormandan gemiler yontar, at yontar, içi oyuk derdi büyük atlar, içi insan dolu atlar. düş gezgini pinokyolar çoğaltır, insansız bedenler icat eder, kuytuda. Ettiğine tapınır. kıssadaki çocuk, hani melek kanadına salıncak kuran onu, kanlı elleri arasına alan benim, yoğurduğu düşü boğan, oyununu bölen, hesabı kapatan. her felakette kurtulamayan çocuğun kurtulduğuna sevinen de ben. -ben susmayı bilirim, en iyisi- az, biraz hırsınız olsa, siz kursağımızda lacivert heves kırıntılarını altına dönüştüren bir simyacı beklersiniz. yani o kadar iyisiniz, paulo kadar iyisiniz. ispanya?da doğacak kadar iyisiniz. mesela kitapların ilk, son sayfalarını merak ederim şaşıracak şey ne kadar azaldı, derim. sizin şaşırmanız ne kadar eğlenceli öleceğinizi bilirken bu denli yaşamanız. konuşurken çoğu kez sizi dinlemem, çehrenizde korku, ağzınızda hırs. anlatmadıklarınız. dudak büküşleriniz. gözbebeğiniz. sol kaşınızın sizden habersiz söylediğini ve size ihanet eden ne varsa suretinizde ben bilirim. -dünya öküzle balığın sırtında- kesişen kuvvetler, ağırlık, kütle, çekim dönmese boşluğa düşerdi arz boğa aslında öküzdür ve dünya duraklar arasında ki aslan burcuydu gördüğüm tüm krallar felekler, duraklar ve?l fecr necm: yıldızlar ben zamanı büküyordum bir nehirde iki kez yıkanıyordum mesela ilk mektep duvarında tarih şeridiydi, her şey hayır, nehir duruyordu ben akıyordum ben, o şehrin kapısında kötülük yapmak isterken iyiliğe sebep olan şeytan kadar bedbaht adamlar gördüm. bir padişah gördüm elleri ufanası günahkar girip günahsız çıktığı ırmaktan yarılan bir ova hıncıyla geçip gitti. evvel kendini kesti kılıç. sonra aklını biçti. dünya bulaşmamış bir koytakta anladım bir çocuk, bir çok çocuk oluyordu, mütemadiyen yanıbaşımda gülüyordu boyuna az geride ağlıyordu sürekli az ötede ölüyordu durmadan her şey, her an oluyor bitmiyor başlamıyordu. an vardı zaman yoktu. ? lakin- yeşil sarıksız ulu hocalar, bunu bana öğretmediniz. iki nehir arasında binlerce babil?in yeniden kurulduğunu bana öğretmediniz. kölenin rabbini1 doğurduğu günlere erdim bunu bana öğretmediniz. kırk döşekli eve sahip yalnızlar vardı hangisi hangisine malikti bilemedim. İnsan ödeyip itibar satın alan atın ve gümüş gördüm. bunu bana öğretmediniz. tek gözlü bir devdi, yaşamak diz çöktüğünde gem vuruldular ağzına. nereye üflese çekilirdi su. ardında bir yığın insan, ceplerinde kül, bir yangından bir yangına. göğün kanatları yırtık merhametin eli kanlı. İhtiyarların ölmeden gömüldüğü zamanlara erdim utanmayı öğrettiniz ki ben, ziynet gibi taşıdım onu. utanmaktan utanılan vakitlere erdim bunu da öğretmediniz. kısırdı babalar ve anneler üretken çoğalmanın azaldığına şahit tutuldum. tarlalar düş ekip, göğ ekin biçiyordu yasal ölüyordu insanlar gayrı resmi gömülürken. bir şehirden geçtim ki ölüler yaşayanlara gülüyordu. ak sakalsız ulu hocalar, ki siz, bu dünyadan vazgeçmiş ?yaşamıyor gibi yaşıyor? gibiydiniz o pınarın başında ben ve kara kaplı kitapları şerh ederken siz bunu bana öğretmediniz. Üstad Adige Batur (fakirane) 1. Rab: (Ar.) Efendi, sahip. Sezai Karakoç?un Hızırla Kırk Saat şiirine naziredir.
- "Adı, en yakın ve en uzak mesafesidir insanın. Çünkü adımız, hem unutmak hem de hatırlamak zorunda kaldıklarımızla bizim olur."
- Yazmanın lüzumsuzluğu, ne zaman elime kalem alsam, ya da klavyeye dokunsam, göze aldığım bir şey. Bunu neden yapıyorum? Yazma mecburiyetim, sayfaları kelimelerle doldurmanın faydasızlığını önlemiyor. Yaptığım şeyin beyhude olduğunu biliyorum, etrafımdaki herkes akıntıya kendi şişelerini atarken, bir mesaj şişesi de ben ekliyorum.. sayfa;3
- mecburi davranış hiçbir zaman özgün değildir...
- yazma bir şeyde başarısız olmanın en iyi yoludur.. sayfa;4
- Yazma eski moda hoş bir ağıta bile yer bırakmaz sayfa;4
- Eğer ölümsüz bir gezgin, herhangi bir yöne yolculuk yapsa, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı düzensizlikte tekrarlandığını keşfedecektir.. sayfa;5
- Yazılabilecek olan her şeyin yazılmış olması, insanlığı fesheder, onu^^hayali^^ hale getirir. Borges, daha sonra , yazılmış kelimelerin insanları intihara sürüklediği bu doyum noktasında gerçekleşen vahiysel bir durumu anlatarak devam eder.. ^^Bir okuyucudan çok bir yazar olarak, okunabilen her şeyi kapsayan bir evren tarafından lanetlenenlerin kötü durumu ile empati yapıyorum. Onlar için bu doğru şeyi bulmamak, ya da her zaman aynısını bulmak ya da ideal kitabın noksan versiyonlarını bulmak. Benim için ve başkaları için, sayfayı lüzumsuz, anonim, her zaman noksan kelimelerle doldurmak..^^ sayfa;5
- Sanatçı güzel şeylerin yaratıcısıdır. Sanatı ortaya çıkarmak, sanatçıyı gizlemek, sanatın amacıdır. Oscar Wilde Dürüst eleştiri ve hassas takdir, şaire değil, şiire yöneltilir. T:S:Eliot