- Tarık hala konuşuyordu, başlarda kısık olan sesi giderek tizleşti; yalvarıyor,ikna etmeye çalışıyordu,yüzü önce umutlu sonra yaralı. ''Yapamam,'' dedi kız. ''Böyle söyleme. Seni seviyorum.'' ''Üzgünüm...'' ''Seni seviyorum.'' Bu sözleri onun ağzından duymayı ne zamandır bekliyordu? Bu sözcüklerin fısıldandığını kaç kez düşlemişti? İşte söylenmiş, nihayet dillendirilmişti; buradaki ironi, acımasızlık kızın yüreğini ezdi.
- Zaman geçtikçe, yavaş yavaş, bu işlemden usanacaktı. Zihinden bulup çıkarmak, tozunu almak, çoktan ölmüş anı yeniden diriltmeye çalışmak giderek daha yorucu olacaktı. Ve işin doğrusu, bir gün, yıllar sonra bir gün gelecek, Leyla artık onu kaybettiğine ah vah etmeyecekti. En azından şimdiki kadar sık, daha doğrusu, böyle kesintisizce değil. Gün gelecek, erkeğin yüzünün ayrıntıları belleğin pençesinden sıvışacak, sokakta oğlu Tarık'a seslenen bir annenin sesini duymak, kızın bir anda bütün palamarlarını kesip onu rüzgara açık denizlere savurmayacaktı. Tarık'ı şu anki kadar çok özlemeyecek, yokluğunun sancısı şimdiki gibi Leyla'ya sımsıkı yapışıp ayrılmaz bir yoldaşı olmayacaktı-bir uzvunu kaybedenlerin yaşadığı şu hayali acı gibi.
- Leyla şu an kentin bir yerinde birinin öldüğünü biliyordu,kapkara bir kefene benzeyen dumanın bir toz bulutu salarak çöken bir binanın tepesine heyula gibi çöktüğünü.
- ''Şu malum klişeyi bilirsin,'' dedi. ''Issız bir adaya düşüyorsun. Yanına yalnızca beş kitap alabilirsin. Hangilerini seçerdin?Bir gün buna ciddi ciddi mecbur kalacağım hiç aklıma gelmezdi.''
- Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin, Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
- Mutlu son diye bir şey var mı? Her şey bir yana hayat bir Hint filmi değil. Afganların en sık yinelediği deyiştir: Zendagi migzara. Hayat devam ediyor.
- "Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun."
- Dudağının bir kıyısı hafifçe kıvrılmıştı. Bir tebessüm. Orantısız. Çarpık. Varla yok arası. Ama orada. "Uçurtmayı senin için yakalamamı ister misin?" Başını evet anlamında salladığını gördüm. "Senin için bin tane olsa yakalarım"... Yalnızca bir gülümsemeydi, hepsi bu. Her şey düzelmiş değildi. Hiçbir şeyi düzeltmemişti. Belli belirsiz bir tebessüm. Minicik bir şey. Ormandaki bir yaprak; ansızın havalanan bir kuşun kıpırdattığı bir yaprak. Ama kollarımı ardına kadar açıp onu kucaklayacağım. Bağrıma basacağım. Çünkü bahar gelince, karların tek tek, tane tane eridiğini biliyorum; belki de ilk kar tanesinin eriyişine tanık oldum.
- Çocuklar boyama kitabı değildir . Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın.
- Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan ,bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan... aşağılıktır.