- "Bütün bu şeyleri öğrenebiliyorsam..." dedi Deborah, "...okuyup öğrenebiliyorsam, neden hâlâ her şey bu kadar karanlık?" Carla ona bakıp hafifçe gülümsedi. "Deb," dedi, "olguları, kuramları ya da dilleri öğrenmenin kendini anlamayla bir ilgisi olduğunu kim söyledi sana? Sen, bütün insanlar..." Birden, erken gelişen zekasının, hastalığına kaynaklık ettiği, hastalığının bir parçası olduğu hâlde, onun gerçekliğini karartan sorunlardan nasıl bağımsız olarak işlediğinin ayrımına vardı Deborah. "Demek ki, öğreniyorsun, öğreniyorsun, ama gene de şizo olabiliyorsun."
- Dünyada yaşayanlar için, pencerelerden içeriye gün ışığı sızıyordu, ama bu ışığın parıltısı ve sıcaklığı algılayamayacağı kadar uzaktı ona. Onu çevreleyen hava hâlâ soğuk ve karanlıktı. Acı kaynağı, etini yakan ateş değil, işte bu sonsuz yabancılaşmaydı.
- Carla, "dışarda" çalışırken, pazar günlerinin nasıl bir işkence kaynağı olduğunu anlatmıştı ona. Kendisi de, dünyanın pazar günlerini ne denli tehlikeli ve kötücül kıldığını biliyordu. Hafta içi günlerde, Gizleyici'yi bir perde gibi gövdesinin ve zihninin önüne çekebiliyordu; ama pazar günü kendini Dinlenme ve Özgürlük günü olarak nitelendiriyor ve insanı savunmasız bırakıyordu. Pazar günü, boş zaman, huzur, kutsallık ve sevgi vadediyordu. İnsanların kusursuzluk özleminin bir başka anlatım biçimiydi bu olgu. Ne var ki, pazar günlerinde Gizleyici insanı tam olarak örtemiyordu; pazar günlerinin öğleden sonraları, pazartesi günü yeniden yalanların yinelenmesi ve dış görünüşün kusursuz olması buyruğuyla gelmeden önce, öteki dünyaları saklamak için verilen çılgınca bir savaşımla geçiyordu.
- İnsan benim gibi hantal ve her şeyi yüzüne gözüne bulaştıran biriyse, kendisi gibi olmayan insanları gözünde çok büyütüyor. Benim... Benim... Geldiğim yerde, böyle insanlara 'atumai' derdik. Bu insanlar, tökezlemelerine yol açacak aşırı tek bir adım bile atmazlar; paket bağladıkları ip hiçbir zaman bir santim bile kısa gelmez. Trafik ışıkları her zaman onlarla uyumludur. Acı, yatağa uzanıp acı çekmeye hazır oldukları zaman ortaya çıkar, şaka da onları güldürmesi uygun olduğu zaman. İşte dün, sadece bir süre için bu 'atumai'yi yaşama gereksinmesi duydum.
- " ''Benim hastalığım... ağzına kadar dolup taşmış bir bardak, senin küçücük damlan taşan kısmın içinde çoktan eriyip gitti,'' dedi."
- " ?Bak, dinle beni,? dedi Furi. ?Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. Ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim. Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. Sana sunduğum tek gerçeklik savaşım. Ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarıyla, bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. Ben yalan şeyler vadetmem hiç. Kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır... Üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!? "
- "Bir keresinde, kendine korkunç işkenceler yapan bir hastam olmuştu. Ona neden böyle şeyler yaptığını sorduğum zaman, 'Bunları bana dünya yapmasın diye', karşılığını vermişti. Sonra, 'Dünyanın neler yapacağını görmek için biraz beklesenize', demiştim. O da 'Anlamıyor musunuz? Eninde sonunda oluyor bunlar, bu şekilde hiç olmazsa kendi yıkımımı kendim yönetiyorum.' diye yanıt vermişti."
- "Dünya benim doğrularıma, yalnızca yalanlarıyla karşılık veriyor."
- Sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size.
- Bu insanlar Tanrı'nın onlara bağışladığı şeyler için hiç şükrediyor mu acaba, diye düşündü: zihinlerindeki ışık için, dostlar için, doğa yasalarına tepki olarak duyulan soğuk ve acı için, bu yasaları beklenti edinecek kadar derinlemesine kavrama yetisi için, görkemli bir ritim içinde birbirini izleyen gündüz ve gece için.. Yaşamlarının ne denli güzel, ne denli imrendirici olduğunu biliyor muydu bu insanlar acaba?