KOŞUG
Şeybe için...
Yıllar ve yıllarca önceydi... Bir gece, şarkımın en tenha zamanında, bir gül rüyası görmüştüm. Her şey tül tül açılıyordu, Ruhum oradaydı. Güya zaman ötesi bir zaman, mekân ötesi bir mekândaymışım... Rüya ya: adına ezel diyelim... Dünyada hiçbir şey yokmuş, hatta daha dünya yokmuş... Yalnızca Allah varmış. Allah bilinmeyi sevdiği için bir nur yaratmış. Yarattığı nura celal ve rahmet nazarıyla bakıp "Muhammed ol!" demiş. Işık üstü bir ışık bir nur olmuş. Allah'ın cemal ve izzeti karşısında yüce yaratıcıya kulluğunu arz etmiş: "La ilâhe illallah: Allah'tan başka ilah yok!" Allah kendisini ilk bilen bu nuradn kuluna ihsan buyurmuş: "Muhammed rasûlullah: Muhammed Allah'ın elçisi!" Sonra
Sayfa: 42
Allah, Arş'ı aklı ve ruhları yaratmış. Derken yarattığı nura rahmet nazarıyla tekrar bakmış. Nur, O'nun celali karşısında buhar buhar terlemiş. Rüyamda bunu hissediyordum; katmanlar çoğalıyor, gökler birbiri içine giriyordu ve Arş henüz sular üzerindeydi. Meğer o sırada Levh ü Kalem vücuda getirilmiş. Kalem, ana kitabın başına Muhammed yazmış. Böylece Muhammed, Allah'ın takdirinde bütün peygamberlerin başı, yaratılışta ise sonu olmuş. Varlıkta evvellerin evveli ve peygamberlikte sonların sonu... Muhammed'in nuru diğer nebilerin nurunu da kuşatıyormuş. Allah yarattığı o ilk nura yeniden bakmış. Nur yine buram buram terlemiş, buğusu dört unsura dönüşmüş: Toprak, hava, su, ateş olmuş. Sonraki nurun buğusundan hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar yaratılmış. Dört anadan üç çocuk doğar gibi... O nurun özü bütün bu yaratılanların içinden süzüle süzüle Âdem'e kadar gelmiş. Âdem'in cennette balçığı kaldırdığında, Muhammed'in nuru ruh ile ceset arasında çoktan beklemekteymiş ve Allah o balçığın tam alnına, bedeni saran o nuru yerleştirmiş. Böylece Âdem alnında bir nurla yaratılmış.Sonra İdris, sonra Nuh, sonra ve sonra... Bütün nebiler bu nuru taşımış ve oğullarına Âdem'in söylediklerini tekrar etmişler; "Bu nuru Allah'ın huzurunda nikâhla alacağın temizlerden temiz bir kadın vasıtasıyla oğuldan oğula aktaracaksın!" Böylece zira çamurundan bir zerre bile sıçramayan nur, bazen gizli, bazen açık; gelmiş, gelmiş, gelmiş... Bazıları görmüş onu, bazıları görememiş. Bazen Tufan kadar sert ve haşin merhaleleri, bazen çölde rüzgârların savurduğu bir ayak izi kadar küçük ve mahrem yolculukları geçerek... Nesilden nesle, soydan soya... Tıpkı benim güle olan hasretim gibi. Nesilden nesle, soydan soya... Bir gül rüyasıydı, görüyordum...