- ...En tehlikeli maceraya atılırken, ölüme giderken veya veda ederken bile birkaç satır... Osmanoğulları çok konuşmasını sevmedikleri gibi, uzun yazmaktan da hoşlanmazlardı. Osmanoğulları büyük iş yaparlar, fakat bundan bahsetmezlerdi.
- Koca sipahi hasret ve heyecandan titremeğe başlamıştı. İşte anasının sesini işitmişti. Fakat neden yüzü örtülüydü? kendisini dünyaya getirirken öldüğü için şehit mertebesine ulaşan bu kadının yüzünü görse olmaz mıydı? otuz yılda ilk defa, o da hayaletini gördüğü anasının yüzünü bilmek hakkı değil miydi? bu düşünceyle cesaretlendi: - Anam! yüzünü göster! Hayalet işitmemiş gibi davrandı. - Anam! yüzünü göster! Anasının hayaleti yüzünü hafifçe salladı. Bu, olmaz demekti. Çakır, ısrar etti: - Anam! yüzünü göreyim! Hayalet fısıldadı: - Olmaz... - Neden olmasın? Oğlun değil miyim? -İzinli değilim olmaz. Çakır ağlamaklı olmuştu. Üç hayalet birden kendisine biraz yaklaştılar.Bala Hatun fısıldadı: - Olmaz insanlar her şeyi bilmeyecektir. -İsa Beğ devam etti: -Olmaz. İnsanlar ancak gördüklerini bilecek, bildiklerini görecektir. Anası tamamladı: - Olmaz.İnsanlar daima bir şeye hasret kalacaktır. İki yeni fısıltı daha duyuldu: -Olmaz. İnsanlar bilemeyecektir. Bunları söyleyenler, İsa Beğ'in arkasında peyda olan iki hayaletti ve bu hayaletler Çakır'ın babasıyla amcasıydı. Bu sefer hepsi birden seslendiler: -Bizi unutma!... -Bizi an!... Anası tek başına söyledi: -Ölüm o kadar güç değildir. Unutulmak yamandır. Babası fısıldadı: -Asıl ölüm unutulmaktır. Amcası ilave etti: -Unutmak da ölmektir. İsa Beğ devam etti: -Hayat birkaç hatıradır. Bala Hatun bitirdi: -Hayat ölümün başlangıcıdır. Çakır farkına varmaksızın elindeki Kur'an'ı açmıştı.O zaman beş hayalet birden tekrarladılar: -İnsan anıldıkça yaşıyor demektir. -Anıldıkça yaşıyor demektir. -Yaşıyor demektir...
- Selim, hece vezniyle yazmış olduğu mısraları Hatırlamaya çalışıyordu. Kafasına birtakım müphem beyitler gelir gibi oluyordu. Hepsi aşk, aşk, aşk. Ne kadar çok aşk diye kendi kendine mırıldandı. " yalan olduğu bundan belli" birdenbire dudaklarından hafifçe iki mısra döküldü: Ey eşi bulunmaz fedakar, mert arkadaş! Kıskandırdin bizi sen, bak ölümün ne şanlı! Şanlı ölümü duyunca pusat heyecanlandi ve bunun ne zaman kimin için yazıldığını düşünmeye koyuldu. Aklına iki mısra daha geliyordu. Arkadaşımızın mert ve san dolu göğsünde Şehitliğin nişanı bir kızıl gül açıldı... Acaba bu beyitler eski ve unutulmuş manzume nin parçaları miydi? Yoksa şimdi Selim Şeref'i hatırlayarak irticalen mi söylenmişti? Ne garip!... yine beyninde garip bir şeyler oluyor, kendisini çok eski zamanlara götürüyordu. Şimdi yine içinde, kökü çok eskilerde olan sıkıntı vardı. Bu öyle üç yıl önceki bir izdirabin eseri değildi. Birdenbire ayse' ye baktı ve gayriihtiyari, beğenmediği misrayi okudu. Onmaz kara sevdamızı kan sondurecektir...
- Selim pusat damdan düşer gibi, Ayşe' yi adeta şaşkına döndüren bir soru sordu. Tasavvuf nedir? ... Ayşe'nin dilinin ucuna gelen ilk söz bu da nerden esti? gibi bir şeydi. Fakat söylemedi. Selimi ürkütmemek lazımdı. Umursamıyormuş gibi görünmeye çalışarak; din felsefesidir. Alaylı karşılık bekledi. Bu gece pusat' da başka hal vardı. Alaya gitmedi. - din birtakım kesin buyruklar ve kaidelerden ibaret değil mi? Bu değişmez kuralların felsefesi olur mu? Ayşe nin şaşkınlığı devam ediyordu. Acaba ne oldu da selim bu soruları soruyordu? Tasavvuf için selimden beklenen düşünce dilenci felsefesi olabilirdi. Ciddi ciddi sorması üzüntüyü adeta unutturdu. Anlatmaya başladı - din naslardan ibarettir ama insanların kendi Duygu ve düşüncelerine, kendi mizaclarina göre değişik şekilde anlayacaklar i noktalar bulunabilir.
- Selim pusat o gün Osman fiser' in söylediklerini hatırlayarak: - tasavvuf ta Budizm, mahihaizm, Hristiyanlık gibi yabancı tesirler var mıdır diye sordu? Ayşe hayretini saklamakta devam ederek cevap verdi. - olabilir vardır. Tasavvuf bütün dinleri , bütün insanları kavrayan bir felsefedir.... Ayşe tasavvufu öğrenmek isteyen kocasının sözü nereye getireceğini merakla bekleyip ona baktı. Ayşe bunu düşünürken pusat yeniden sordu - bu tasavvufun bir faydası var mi? Elbette var ! İnsanı huzura kavusturmasi bakımından tasavvuf gibi ilaç bulunamaz. - Hayati karmakarışık olduğu halde tasavvuf la huzura kavuşmuş kimseyi tanıyor musun? Ayşe birkaç saniye düşündükten sonra cevap verdi. - tarih böyle insanlar kaydettiği zaman da örnekler var.kadriye kozan' in amcası bunlardan biri. Ayşe sustu, zihnini toparlamaya çalıştı. Ve sonunda söyledi. Senin çok merak ettiğin leyla'nin tarih öğretmeni leyla' nin babasının da pek büyük mutasavvif olduğu herkes tarafından söylenir...
- Deli Kurt, o zamana kadar en tatlı bekleyişin düşman beklemek olduğunu sanıyordu.Bu akşam sevgiliyi beklemenin daha tatlı olduğunu anladı.Gecenin okşayıcı esintisi arasında, yıldızların titreştiği göğe bakarak: "Gökçen'i burada ölünceye kadar bekleyebilirim." diye düşündü.
- Azlık ve özlükleriyle değil midir ki Türkler bütün cihanı doldurmuşlardır? Biz kovayı doldurmak istiyoruz diye onun içine bulduğumuz her mayii katarsak onun adı 'su' mu olacaktır?.. Türkün kanına yabancı kan ekleme de tarihin ona verdiği fizyolojik büyüklükleri sulandırmak ve azaltmak demektir.
- Çanakkale hey! İtalyanlar da kancıkça Trablusgarp'a saldırdıkları zaman yine seni zorlamışlardı. Fakat senden zorla geçmenin imkanı var mı?
- "Çanakkale, sen yabancılara tarihin ebedi bir ihtarı halinde kalacaksın... Onlar senin ufuklarında daima 'Tekin değildir' levhasını görecekler..."
- "Barışçılığı ilan eden devletler sahiden mi barışçıdırlar? Onun için mi hala boş adaları işgal ediyor ve harıl harıl silahlanıyorlar? Hey gidi insaniyetperverlik hey! Senin uğruna Hindistan inliyor. Senin uğruna Şimali Afrika'da katliam var... Senin için Amerika'da zenciler yakılıyor... Ve, hey!.. Senin için, kızıl cennete varmak için Türkistan'da, Azerbaycan'da, Kırım'da Ural civarında Türkler açlıktan kırdırılıyor değil mi?"