- "Bana insanlardan mı bahsediyorsun?" demişti. "İnsanlar mazide ve tarihin yaprakları arsında kaldılar. Bu gördüklerin birer karikatürden başka bir şey değildir."
- Bize gelince: Bizim şimdiye kadar sahip olduğumuz «tarihî görüş»ümüz yanlıştır. Çünkü bizim için millet-devlet esasını kabul etmek millî menfaatlarımız için daha uygun olduğu halde, biz, millet tarihi şöyle dursun, devlet ve vatan tarihini bile bir yana bırakarak, yalnız sülâle ve rejim tarihini esas olarak kabul ettik. Her sülâleyi bir devlet sayarak, şimdiye kadar, sülâleler sayısınca devlet kurduğumuzu ileri sürdük. Fakat düşünmedik ki o kadar devlet kurduksa, bunların hiç birisini de yaşatamamış olduk! Halbuki elimizde, her zaman bir Türk devleti vardı. Çünkü gerçekte bu kadar devlet kurmuş değil, bu kadar sülâle değiştirmiş bulunuyorduk. Tarihî hayatları uzun olan bütün milletlerde olduğu gibi, bizde de bir takım hükümdar sülâleleri gelmişti. Başka milletler onları hü- kümdar sülâleleri diye saydıkları halde, biz, ayrı devletler diye kabul ettik. Bu çeşit hükümdar sülâlelerinin zamanlarını ayrı devletler olarak kabul etmek elbette ki yanlıştır. İngiltere'de, Fransa'da sülâleler nasıl birbirlerinin ardından gelmişse ve Fransa'da Kapet Burbon, Orlean, Napoleon; Almanya'da Saksonya, Frankonya, Baviyera, Hasburg; İngiltere'de Anju, Tudor, Stuard devletleri yoksa ve bunlar sadece hanedanlar ise; bunun gibi, Türkelinde de Kun, Gök Türk, Uygur, Selçuk, Osmanlı devletleri yok, sülâleleri vardır. Bazan iki veya daha çok sülâle idaresinde iki veya daha çok siyasî Türk zümresinin bulunması ve bunların birbirleriyle çarpışmaları bu kuralı bozamaz. Nasıl ki Almanya'da düne kadar aynı zamanda hâkim olan bir çok sülâleler bazan birbirleriyle çarpıştıkları, hattâ bunlardan bazıları Fransızlar ile birle- şerek öteki Almanlara karşı yürüdükleri halde Alman devleti bir devlet sayılıyor idiyse, bizde de aynı şekilde bir devlet olmak gerekir.
- Adların imlâsı Meselesi: Türk tarihindeki birtakım özel adların belli bir imlâya malik olmayışı da millî ayıplarımızdan biridir. XIII. Yüzyıl kahramanının adı Çengiz mi, Çingiz mi, Cengiz mi, sonra Temir mi, Temür mü, Timur mu? Tıpkı bunlar gibi prens unvanı olan kelime «tigin» mi «tegin» mi? Karahanlı kahramanının adı Buğra mı, Boğra mı yazılmak gerek? Bu fikrî kararsızlıklar birçok yanlışlara yol açıyor. Bir yanlışın nasıl kökleştiğine en güzel örnek, Gök Türklerin ilk kağanı Bumun veya Bumın'ın adında görülmektedir. Eski haflerle yazıldığı zaman «ı» ve «i» farkı belli olmadığı için yeni harflerden sonra bu kağanın adı Bumin şeklinde yazılmış ve tarih kitaplarına, piyeslere, soyadlarına kadar bu yanlış şekliyle girip yerleşmiş- tir. Görülüyor ki, tarihimizi anlayış ve ele alış tarzımız karışıklık içindedir. Bu karışıklığın içinden ne şahıslar, ne de özel teşekküller çıkamaz. Bu karışıklığı önlemek için resmî bir teşekkül lâzımdır. Böyle resmî bir teşekkül, Türk tarihinin meselelerini karara bağlamak için bir kurultay toplamalı ve kurultayda meseleler ilmî açıdan ele alınarak değerlendirilmeli ve tartışılmalı, karşılıklı iddialar basılarak umumî efkâra sunulmalıdır. Ancak, millî ve ilmî fikrin hâkim olacağı böyle bir kurultaydır ki, Türk tarihinin meselelerine bir çözüm yolu bulabilir. (Yeni Sabah, 29 Kasım 1948)
- 3- İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK MEDENİYETİ Din Sakalar zamanında Türklerin nasıl bir dine bağlandıklarını bilmiyoruz. Fakat bu,hiç şüphesiz bir tabiat dini idi. Yani gök,yer,ateş vesaire gibi tabiat kuvvetlerinden birine veya birkaçına tapıyorlardı. Kunların dini hakkında ise pek az da olsa bilgimiz vardır. Bu bilgiye göre Kunlar yılda bir defa gök ve yer Tanrılarına ve atalarının ruhuna kurban keserlerdi. Demek ki Türk dini o zaman iki tanrılı bir dindi. Gökte ve yerde iki tanrı tanıyan bu din Gök Türkler çağına kadar gelmişti. Gök Türklerde fazla olarak ' yer sub' ( yer su) da Tanrı olarak tanıtılmaktadır.Fakat Gök Türklerde 'Tengri' yani sema bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir Tanrı değil,bir Türk Tanrısıdır. Yine Gök Türklerde 'Umay' adında bir kadın Tanrı tanılıyor ki bu da iyilik ve acıma Tanrısı idi. İşte Türklerin bu milli dinine şamanizm diyoruz.
- Türk ırkı tarihten önceki zamanlarda teşekkül ettiği için onu meydana getiren unsurları iyice bilmiyoruz. Yalnız bu ırk esas itibarile brakisefaldir. Bir kısmı sarışın-açık renk gözlü,bir kısım kara saçlı-koyu renk gözlü olmakla beraber yüzün biçimi bakımından birbirlerine çok benzerler.Elmacık kemikleri biraz çıkık,gözler biraz çekiktir.Türk ırkı uzun veya orta boylu insanlardan mürekkeptir. Dilleri göz önüne bulundurulmak şartıyla Moğollar ve Mançularla akrabadırlar.Hatta Macar,Fin Estonlardan mürekkep olan 'Ural' veya 'Fin-Oğur' zümresi ile de akrabalıkları muhtemeldir. Bu takdirde Türklerin mensup bulunduğu 'Altay' veya 'Turan' zümresi ile Ural zümresinin yakınlığını şöyle bir şema ile gösterebiliriz: 'Turan' adını altı millete birden vererek ' Ural - Altay' yerine ' Turan' kelimesini kullananlar da vardır.
- Şiir gözyaşıyla, harb kanla doludur.
- - Tanık olarak senin hakkında peygamberler konuşacak? Selim büyük bir şaşkınlık içinde peygamberleri düşünürken demin meleklerin konuştuğu yere ağır adımlarla üç kişi gelerek büyük bir vakar içinde, Selim?in bakamadığı ışığı selamladılar. İçlerinden biri ilerleyerek diz çöktü. Ellerini kaldırarak: - Ey Ulu Işık! Ey Ulu Ateş! Ey Ahuramazda. Ben Zerdüşt?üm, dedi. Işığın içindeki heybetli ses sordu: - Zerdüşt! Ruhlar aleminden Selim Pusat?ın bütünü hayatını gördün. Suçlu mudur? Zerdüşt ayağa kalkarak cevap verdi: - En büyük suçludur. Çünkü bir kıza gönlünü kaptırdı. Kadınların hepsi Ehrimen?in hizmetkarı, askerdir. Bir kadına tutsak olmak Şeytan?a kul olmak demektir. Hem de bu bir subaydı ve olgunluk çağındaydı. Kendisinden yirmi beş yaş küçük kıza esir olmakla Şeytan tarafına geçmeye gönüllü olduğunu gösterdi. Ne dünyada, ne de ruhlar alemindeki hayatımda bundan daha suçlu insan görmedim. Işıktan ses geldi: - Ne diyorsun Selim Pusat? - Kabul etmiyorum. - Neden? - Kadınları neden Şeytan?ın kulu olarak yarattı? Yarattın da o kadınlardan peygamberi nasıl vücuda getirdin?
- - Ben son peygamber Muhammed?im, dedi. Bu dünyaya getirdiğim ebedi şeriata göre Selim Pusat suçlu ve günahkardır. Küçük bir kızı sevmekle zevcesine ıstırap vermiş, meşru yol dururken gayrımeşruuna sapmış ve hepsinden fena olarak da istenmediği halde bir kızın hayalinin ardından koşmuş, geceleyin onun evine girmeye kalkmış, yasak edilen içkiye dadanmıştır. Bir kadın ancak sevilir. Ona esir olunmaz. Bu, putperestliktir ve en büyük günahtır. Işık adeta gürler gibiydi: - Ne diyeceksin Selim Pusat? - Ben kimseye kötülük etmedim. Kimse hakkında kötü düşünce beslemedim. Ümitleri kırılmış bir insan olarak avunmayı içkide ve bir güzeli düşünmede buldum. İçki fena ise üzümü neden yarattınız? Üzümden içki yapılacağını neden Levh-i Mahfuz? a yazdın? Son peygamberin arkadaşları namaz kılarken ayetleri yanlış okumasaydı içki yasaklanacak mıydı? Çöldeki Bedevi ile bir kurmay subayın içmesi aynı mıdır? Biri sarhoş olunca her türlü herzeyi söyleyebilir. Öteki sarhoşluğun son merhalesinde bile temkinli ve iradelidir. Küçük bir kızı sevmek günahsa, son peygamber, Ayşe?yi neden sevdi de aldı? Tanrı adaletinin yürüdüğü bu mahkemede de böyle haksızlıklar yapılacaksa beni cehennemin en kötü yerine atın. Atın ki, tek içimde insanlığın erdemine ait son kırıntılar da yok olup gitmesin.
- - Ben, Selim Pusat?ın milletini yaratan adam. Asıl adımı unuttum. Şimdikiler bana Tanrıkut Mete diyorlar. Selim Pusat benim ordumda da bir yüzbaşıydı. Börü boyundan Kayı adında bir yüzbaşıydı. Bu Yüzbaşı Börü Kayı, sevgilisini hedef yaparak okla vurması için verdiğim buyruğa beş eğmediğinden idam olundu. Bir asker aldığı buyruğu yapmazsa o hiçbir şey değildir. Görüyorum ki, iki bin yılı aşkın bir zamandan sonra ruhu Selim Pusat?ta tecelli ederek yine bir kıza tutsak olmuştur. Suçludur. Er kişiler vuruşmak için doğarlar. Kızlara tutsak olmak için değil? Işıktan ses geldi: - Ne diyorsun Selim Pusat? - Hiçbir itirazım yok. Kıralımın sözleri baştan sona doğrudur.
- - Ben Temuçin Çengiz Kaan, dedi. Bizim yasamızda ancak tümenbaşıların birden çok evdeşi olabilirdi. Bu yüzbaşı dirliğinde bir tek savaşa girmeden, yalnız savaşın dersini dinleyerek kendisini asker mi sanıyordu? Benim ordumda nice savaşlara gidip çıkmış, yüz adımdan kuşu gözünden vuracak kadar nişancı, bir kılıç çalışta zırhlı gövdeyi ikiye bölecek kadar güçlü bir Yüzbaşı Kubudak vardı. Bir kızı sevdi. Sevdiği kız bu yüzbaşının sevgilisi gibi soyu sopu belirsiz değil, bir Kırgız beğinin dünya güzeli kızıydı. Fakat yüzbaşılıktan yukarı çıkamadığı için onu alamadı. Sevgisini yenememeyi erliğine yediremediği için ağu içip öldü. Bu garip isimli yüzbaşı da böyle yapabilirdi. Ölmekten çekinen yüzbaşı nerede görülmüş, işitmedim. Selim Pusat suçludur.