- Sarayından çık, kenar mahallelerde şöyle bir dolaş. Gör ne sefalet, ne çirkinlikler var! Köpeklerle insanlar yanyana yatıyorlar!.. Bir lokma ekmek için namuslar satılıyor. Suç Ve Ceza, syf.211.....
- Sonra herkesin akıllı olmasını beklemenin çok uzun süreceğini anladım, Sonya. Bir de, bunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini, onları değiştirebilecek kimsenin bulunmadığını ve bunun için çaba göstermeye değmeyeceğini... Dostoyevski, Suç Ve Ceza
- '...yaşasın yeraltı! Normal insanı ölesiye kıskandığımı söyledim, gördüğüm kadarıyla gene de onların durumunda olmak istemem.(Kıskanmaktan geri durmayacağım gene de...Ama hayır, hayır, ne olursa olsun yeraltı daha kazançlı!) Orada hiç olmazsa insan... Eh!..Şimdi bile yalan söylüyorum. Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, özlemini duyduğum, ama bir türlü elde edemediğim başka, bambaşka bir şey olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum.
- Cehenneme kadar yolu var yeraltının! Ah, şimdi şuraya yazdıklarımın bir bölümüne bari inansam başka ne isterdim! Yemin ederim ki, beyler, şu çiziktirdiklerimin bir sözcüğüne bile inanmıyorum. Daha doğrusu belki inanıyorum, ama bir yandan da nedense her sözümün yalan olduğunu hissediyor, kuşkular içinde kıvranıyorum.
- - Öyleyse ne diye yazdınız bunları? diyeceksiniz. - İşsiz-güçsüz olarak sizi de yeraltına sokup, kırk yıl sonra "Durumunuz nicedir?" diye sormaya gelsem, sizin karşılığınız ne olurdu? İnsan kırk yıl tek başına, işsiz-güçsüz bırakılır mı,efendim? Başınızı hor görürcesine sallayarak, belki de, - Bu ne utanmazlık, bu ne alçaklık! diyeceksiniz. Yaşamaya susadığınız halde, dolambaçlı mantık yollarıyla yaşam sorunlarını tartışmaya kalkışıyorsunuz. Hem sırnaşık, küstahça davranışlarda bulunuyorsunuz, hem de korkudan ödünüz patlıyor. Saçmaladığınız zaman keyfinize diyecek yok, ama küstahlığa başladınız mı, hemen ürküyor, özür üstüne özür diliyorsunuz. Bir yandan bize korkmadığınızı söylüyor,öte yandan yaltaklanmaktan geri durmuyorsunuz. Bizi hıncınızdan dişlerinizi gıcırdattığınıza inandırmaya çalışırken güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin bayat olduğunu bilmiyor değilsiniz, ama taşıdıkları edebi değer dolayısıyla da pek sevinmiş görünüyorsunuz. Belki gerçekten acı çektiniz, fakat çektiğiniz acılara hiç mi hiç saygınız yok! Söyledikleriniz doğru olmakla birlikte efendilik eksik sizde, gururunuz yüzünden, ufacık bir şeyi sorun yapıp içinizdeki gerçeğin ipliğini pazara çıkarıyor, değerini beş paralık ediyorsunuz. Bir şeyler söylemek istediğiniz anlaşılıyor,fakat korkudan son sözleri geveleyip duruyorsunuz. Açık konuşacak kadar kararlı değilsiniz, ürkekçe bir küstahlık sizinki. Anlayışınızla övünüyorsunuz, bir yandan da ikircimlerle (tereddütlerle) dolusunuz; çünkü kafanız işlediği halde yüreğiniz kötülük batağına gömülmüş; oysa yüreği temiz olmayanın anlayışı da kıttır. Ya o küstahlığınız, sırnaşmanız, kırıtmalarınız! Yalan, yalan, hepsi yalan! '
- ?Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.?
- " Ben kötü bir insan değildim. Ne aksi bir adamım, ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim ne de namuslu, ne onurlu biriyim, ne bir kahramanım, ne de bir korkak. Ben hiç bir şey olamadım."
- 'Biz çıkarlarımızı yanlış algıladığımız için isteklerimizin çoğu yanlış bir yol izlemektedir. Bunun için, gözümüze kestirdiğimiz bir çıkar için en kolay yolu seçeceğiz diye, akılsızlığımızdan, çoğu kez bir sürü saçmalığa saplanıveririz.' Oysa tüm bunlar saptanıp kağıda dökülünce içimizde hiçbir istek kalmaz. biz hepimiz, isteklerimiz akılla el ele verdiğinde, isteklerimizi değil, aklımızı dinleyeceğiz.
- Çok sevinmiş demesinler diye,buluşma yerine herkesten önce gitmemeye ayrıca önem veriyordum.
- Keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı