- "İnsan başkalarının kusurlarını bulmaya çalışırken kendi kusurlarının farkına varamıyor. "
- ?İyiler niçin geride kalırlar da, hep kötülerin başına devlet kuşu kendiliğinden gelip konuverir acaba??
- Aşağılanmaktan haz arayan bir insanın kendine birazcık da olsa saygı duyması mümkün müdür?
- Ruhunun derinliğinde acı çektiğine inanmıyorsun, hem de en hakikisinden, katıksızından, kıskanarak, kkendinden geçerek... Hepsi can sıkıntısından baylar, hepsi can sıkıntısından.
- Ama tüm bunlar tatlı hayaller.
- Ama ben vazgeçtim ve... öfkemi gömüp oradan uzaklaşmayı tercih ettim.
- Halkın sessiz, bitmez tükenmez sabırla dolu bir kederi vardır. Bu keder kabuğuna çekilmiştir, hiç sesi çıkmaz. Bir de gözyaşlarıyla taşan, sonra da kendini kapıp koyveren bir keder vardır. Bu hal en çok kadınlarda görülür. Ama bu da sessiz kederden daha iyi değildir. Sızlanmanın doyurucu yanı içteki acıyı deşip taşırmaktan ibarettir. Böyle bir keder avunma da istemez, çaresizlik onun besinidir. Sızlanmalar, kanayan yarayı büsbütün azdırmak ihtiyacından başka şey değildi
- Üçüncü yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık dünyaya Kilise olarak yayılmış ve bu şekilde de kalmıştır. Puta tapan Romalılar Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Kiliseyi Devlet bünyesine alarak birçok bakımdan puta tapan bir Devlet halinde kalmaya devam ettiler. Belki de zaten böyle olması gerekiyordu. Fakat Roma Devleti puta tapanlar uygarlığı anlayışını fazlasıyla benimsemişti. Devletin amaçları ve kuruluş emelleri bunun en iyi örnekleridir. Öte yandan İsa Kil-isesi hangi Devlette yer alırsa alsın ana amaçlarından hiçbirini gözden çıkaramaz. Tanrı buyruğuyla üzerine aldığı ödevleri başarmak için sarsılmaz bir kararlılıkla çalışmaktan vazgeçe-mezdi. Bu amaçlardan biri, bütün dünyayı olduğu gibi puta tapan Devleti de Kilisenin hükmüne almaktır. Böylece Kilise,herhangi bir ?toplumsal birlik? ya da eserini yanıtladığım yazarın deyişiyle ?Din amaçları uğruna birleşenler topluluğu? olarak Devlette kendine belirli bir mevki aramamalı, tam tersine, her Devlet, Kiliseye aykırı ne varsa uzaklaştırarak ona üstünlük sağlamalıdır. Bu durum ne devletin, ne de başındakilerin büyüklüğünü gölgeler, şan ve şerefini sarsar. Tam tersine onları yanlış, hâlâ putperestliğe yönelmiş sapık yoldan çekip alarak ölümsüz amaçlara ulaştırır, gerçek yoluna çıkarır. Bunun için Kilise Mahkemelerinin Temelleri kitabının yazarı araştırmalarının sonunda bu temelleri ortaya koyarken günah,kusur dolu çağımızda sadece birtakım kaçınılmaz ve geçici uzlaşma esasları bulduğunu bilmeli; o kadar. Fakat eserin yazarı,sunduğu ve demin Yosif Pederin bir kısmını saydığı temellerin sarsılmaz, doğadan gelme, sonsuzluğa kadar da yaşayacak çeşit-ten olduğunu ileri sürerek gösterdiği cüretle Kiliseye, onun kut-sal, dokunulmaz ve ölümsüz yazgısına karşı gelmektedir.
- Totskiy ona dört yıl baktığı, ama bir şey göremediğiiçin bağışlayamıyordu kendini. Evet, karşılıklı olarak iki tarafta da hem ruhsal, hem de fiziksel değişiklikler olacaktı elbette. Ama geçmişten hatırladığı bazı anlar da vardı Totskiy?in. Nastasya Filippovna?nın gözlerine baktığında kimi zaman değişik şeyler geldiği oluyordu aklına. Sözgelimi, sanki derin, gizemli bir şey vardı genç kızın bakışında. Bir şey sorar gibi bakıyordu onun yüzüne..Son iki yıldır Nastasya Filippovna?nın yüzünün rengindeki değişikliğe sık sık şaştığı oluyordu. Bembeyazdı yüzü ve tuhaftır, sanki daha da güzelleştirmişti onu bu. Gençlik yıllarında çok gezmiş tozmuş kibar her erkek gibi Totskiy de bu ölgün genç kızla yakınlığını yok pahasına elde etmiş olmasını başlangıçta pek önemsemiyordu, ama son zamanlarda bu görüşünden kuşku duymaya başlamıştı. Öte yandan, daha geçen ilkbaharda dolgun bir drahomayla Nastasya Filippovna?yı komşu ilde memur, aklı başında, dürüst biriyle evlendirmeyi düşünüyordu. (Ah,Nastasya Filippovna şimdi ne büyük bir dehşetle, hınçla gülüyordu onun bu düşüncesine!) Ama yeni Nastasya Filippovna?dan etkilenen Afanasiy İvanoviç şimdi yararlanabilirdi de ondan.Petersburg?a yerleştirip, lüks içinde yaşatmaya karar verdi onu.Böylece Nastasya Filippovna?nın çarpıcı güzelliğinin yardımıyla belirli çevrelerde kendi yerini sağlamlaştırabilir, etkili olabilirdi.Bu çevrelerdeki yeri öylesine önemliydi onun için
- Hazzın kimi inceliklerini kavrayamayan, sinirleri sağlam insanlardan söz edeyim biraz da. Bu baylar, gerçi sırası gelince öküz gibi böğürüp bununla belki de büyük bir onur kazanırlar, ama demin de söyledim ya, bir zorlukla karşılaşınca siniverirler. Zorluk onlarca taş duvar demektir. ?Hangi taş duvar?? diyeceksiniz. Elbette doğa yasalarıdır, doğa bilimlerinden çıkan sonuçlar ile matematiktir bu taş duvar. Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdende ki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ?iki kere iki dört eder? kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ?Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır vb. vb.,? diye bağırırlar. Aman Tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa, ?ille de yıkacağım!? diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.