- Şarkıcımızın adı Josephine. Onu dinlemeyen biri, şarkının gücünü bilmiyor demektir. Halkımızın tamamı müzikten hoşlanmadığı için çok daha etkileyici olan şarkısını söylediği zaman beraberinde uzaklara sürüklenmeyecek kimse yoktur. En sevdiğimiz müzik huzurdur; zor bir yaşantımız var, hatta diğer zamanlar gündelik sorumluluklarımızdan silkinmek istediğimizde, müzik gibi hayatlarımızdan uzak olan şeylerle rahatlamaya çalışmayız. Fakat bundan çok da şikayetçi değiliz; asla şikayet edilecek kadar da ileri gitmeyiz; en büyük üstünlüğümüzün, elbette mümkün olan en yüksek derecede ihtiyacımız olan pratik kurnazlığımız olduğunu düşünüyoruz ve müziğin sağlayacağı bir mutluluk için özlem duyacak olsak bile, -ki bu asla olmaz, karşılaştığımız her durumda kurnazlık gülümsemesini bir teselli olarak kullanmayı alışkanlık haline getirmişiz. Fakat Josephine bir istisnadır; müziği çok sever ve onunla aramızı nasıl bulacağını çok iyi bilir; o bir tanedir; onun ölümüyle müzik kim bilir ne kadar uzun bir süre hayatlarımızdan yok olup gidecektir.
- Açlık sanatçısı daha önce hayal ettiği gibi aç kalmaya devam ediyordu ve söylediği gibi bunda tam anlamıyla başarılı da oldu. Fakat hiç kimse günleri saymıyordu ve kendisi de dahil hiç kimse ne kadar büyük bir iş başardığının farkında değildi. Bu yüzden kalbi iyice yoruldu. Yine böyle bir zamanda aylak aylak dolaşan biri kafesin yanında durdu ve eski sayıyla dalga geçerek bunun bir sahtekarlık olduğunu söyledi. Bu, kayıtsızlık ve doğuştan gelen kötü kalpliliğin uydurabileceği aptalca bir yalandı. Çünkü açlık sanatçısı kimseyi kandırmıyor, dürüst bir tavırla çalışıyordu; asıl tüm dünya alacağı ödül hakkında onu kandırıyordu.
- Dinlenme için verilen kısa süreli ve düzenli aralar olduğu sürece insanlar tarafından onurlandırılmış bir ihtişamla, ama yine de çoğunlukla tatsız bir ruh haliyle -ki bu ruh halini kimse ciddiye almadığı için gittikçe artıyordu böyle yaşayıp giderdi. Herhangi biri onu teselli etmek için ne yapabilirdi ki? Bu şartlar altında daha ne isteyebilirdi ki? Kendisi için üzülüp çektiği acıların aslında aç kalmaktan kaynaklandığını ona açıklamak isteyen iyi niyetli biri yanına geldiği zaman, özellikle aç kalma eylemi ileri bir aşamadaysa, açlık sanatçısının çileden çıkıp dehşetli bakışlar altında tıpkı bir hayvan gibi kafesin parmaklıklarını sarsması gibi bir durum ortaya çıkabilirdi.
- Kırk günün sonunda şimdi neden tamamen vazgeçmesi gerekiyordu? Daha uzun bir süre dayanabilirdi, çok daha uzun; tam da aç kalmak için kendisini en iyi şekilde hazırlamışken, hatta istediği formu henüz yakalayamamışken neden şimdi bitmeliydi? Neden, aç kalmaya devam edip de, sadece tüm zamanların en büyük açlık sanatçısı olma şerefinden değil -ki muhtemelen çoktan öyle olmuştu- aynı zamanda kendini bile aşıp akıl almazlık krallığına ulaşma şeretinden de mahrum ediliyordu? Çünkü onun aç kalma becerisinin hiçbir sınırı yoktu. Ona hayranmış gibi görünen bu kalabalık neden bu kadar sabırsız davranıyor ve eğer sanatçı çok daha uzun bir süre dayanabilecekse neden onlar da buna katlanmayı istemiyorlardı? Üstelik yorgundu da ve saman yığını üzerinde oturmaktan memnundu. Fakat şimdi bütün ağırlığını kaldırıp yemeye doğru ilerlemesi bekleniyordu. Kafasındaki yemek düşüncesi midesinin bulanmasına neden oluyor ve bayanlara olan saygısı yüzünden kendisini tutmaya çalışıyordu.
- Kimsenin, bütün zamanını açlık sanatçısının başında sürekli nöbet tutarak geçirecek zamanı yoktu ve dolayısıyla, aç kalma eyleminin aralıksız doğru olarak gözlenip gözlenmediğini hiç kimse bilemezdi. Bunu sadece açlık sanatçısı bilebilirdi. Böylece, aç kalma eylemiyle tamamen tatmin olabilecek tek seyirci kendisiydi. Fakat diğer sebepler yüzünden de asla tatmin olamıyordu. Belki de zayıflamasının -ki bu zayıflık insanların gördükleri manzara karşısında üzüntü duyup gösteriden uzaklaşmalarına neden oluyordu, açlıkla hiçbir ilgisi yoktu ve belki de bu kadar zayıflamasına neden olan onun hoşnutsuzluğuydu. Çünkü aç kalmanın ne kadar basit bir iş olduğunu kimsenin bilmediği kadar iyi biliyordu. Bu, dünyadaki en kolay işti. Ve bunu sır olarak da saklamıyordu, fakat kimse ona inanmıyordu. En iyi ihtimalle alçakgönüllü olduğunu farz ediyorlardı. Ama çoğu, onun bir reklam düşkünü olduğunu düşünüyor, hatta onu, aç kalma eyleminin, kolaylaştırma yollarını iyi bildiği için kendisine basit geldiğini itiraf eden yüzsüz bir sahtekar olarak görüyordu.
- O zamanlar bütün şehir açlık sanatçısıyla ilgilenirdi; bir aç kalma gününden diğerine ilgi sürekli artardı; herkes en azından günde bir defa açlık sanatçısını görmek isterdi; aç kalma gösterisi devam ettiği müddetçe, küçük kafesin önünde bütün gün oturan müdavimler olurdu; etkiyi artırmak için kullanılan meşalelerin ışığı altında açlık sanatçısını seyretmeye geceleyin bile gelenler olurdu; güzel havalarda kafes dışarı çıkarılır ve açlık sanatçısı özellikle çocuklara gösterilirdi; gösteri, sırf moda diye ilgilenen yetişkinler için genelde bir eğlence aracıyken, çocuklar ise, birbirlerinin ellerini tutarak pas kürkü içinde omurga kemikleri dışarı fırlamış, soluk benizli açlık sanatçısının, etrafa saçılmış saman yığını üzerinde, bir sandalyeye bile tenezzül etmeden öylece oturuşunu, sahte bir gülümsemeyle nazikçe kafasını sallayarak soruları cevaplayışını ve insanlar ne kadar zayıf olduğunu görsünler diye kolunu parmaklıkların arasından uzatışını, ağızları açık, şaşkınlıkla seyrederlerdi.
- Daima, sabahın ilk saatlerinin verdiği mutlulukla evden çıkacağım ve benim yüzümden çılgına dönmüş yüzünü göreceğim: öfkeden büzülmüş dudaklarını, sınava tabii tutan fakat sınavdan önce sonucu bilen ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan ne kadar kısa olduğu hiç önemli değilo bakışını, kız gibi yanaklarında taşıdığı o acı gülümsemesini, yakınan gözlerle gökyüzünü süzüşünü, kendine cesaret vermek için ellerini kalçalarına koyuşunu, kızgınlığın verdiği solgunluk ve titremeyi göreceğim.
- Onu neden bu kadar kızdırdığımı her zaman merak etmişimdir; benimle ilgili her şey onun güzellik ve adalet duygusuyla, alışkanlıklarıyla, gelenekleriyle, umutlarıyla çelişiyor olabilirdi; böyle karşıt özelliklerin varlığı aşikardı, fakat bu, neden onun böylesine acı çekmesine yol açıyordu ki?? Aramızda, benim yüzümden acı çekmesine neden olabilecek herhangi bir ilişki yoktu. Keşke benim tamamen bir yabancı olduğuma hükmetseydi ki zaten her şeye rağmen öyleyim ve böyle bir karar karşısında yapabilecek hiçbir şeyim yok -keşke varlığımı unutsaydı, ki buna onu ne zorladım ne de zorlardım, böylece tüm acıları açıkça yok olurdu.
- ?İyi yaparsınız," dedi Avcı Gracchus. ?Sürekli hareket ediyorum. Yine de, diyelim ki olanca gücümle ileri atıldım, yukarıdaki kapı ışıl ışıl görüntüsüyle önümde belirir belirmez, gözlerimi sıradan bir dünya suyu üzerinde, ıssız teknemde açıyorum. Bir zamanlar, ölümüm sırasında yapılan yanlışlık, teknemin dört bir yanından yüzüme karşı gülüyor. 0 sırada kaptanın karısı Julia kapıyı vuruyor, kıyısından geçtiğimiz memleketlerin içeceklerini taşıyor tabutuma. Tahta bir kerevette yatıyorum, üzerimde kirli mi kirli bir kefen var, bana bakmak hiç hoş değil, kırlaşmış saç sakalım birbirine dolaşmış, uzun püsküllü, çiçeklerle bezenmiş büyük bir şalı ayaklarıma örtmüşler, başucumda yaktıkları bir mum gövdemi aydınlatıyor. Karşımdaki duvara küçük bir resim asılmış, herhalde bir hurafe olacak, mükemmel desenlerle süslü kalkanı arkasına gizlenmiş biri mızrağını bana doğrultmuş bakıyor. Gemilerde hep sersemlere göre resimler bulunur ama bu bahsettiğim resim bunların tümünden daha sersemce. Bunun dışında tahta kafesimde hiçbir şey yok. Bordadaki bir lombazdan güneyin sıcak gece havası içeri giriyor, köhne tekneyi döven dalgaların sesini işitiyorum.
- Alışılmadık bir infaz geleneği: Mahkum edilen kişi hücresinde cellât tarafından hançerlenmekte, infaz sırasında hücrede tanık bulunmasına izin verilmemektedir. Mahkum masasında oturmuş, ya son yemeğini yemekte ya da son mektubunu yazmaya çalışmaktadır. O anda kapı çalınır, gelen cellâttır. ?Hazır mısın?? diye sorar mahkuma. Bu sorular ve yapılacak iş, hem yapılış biçimleri hem de sıralamaları bakımından önceden belirlenmiştir; cellât bu çerçevenin dışında hareket edemez. Önce ayağa fırlayan mahkum yerine oturur, gözleri sabit halde önüne bakar ya da elleriyle yüzünü kapar. Sorusu yanıtsız kalan cellât kerevetin üzerine avadanlık kutusunu koyar, açar, infaz için seçilmiş hançeri çıkarır, son kez gözden geçirir. Ortalık kararmıştır, cellât küçük bir gemici feneri yakar. Mahkum gizlice cellâda bakar, neler yaptığını görünce bir ürperti kaplar gövdesini, sonra başını çevirir, artık hiçbir şey görmek istememektedir. Çok geçmeden, cellat, ?Hazırım," der.