- Kendinde akıl olmayanı akılla yönetemezsin.
Aşk evliliklerinin çoğu kez mutsuzlukla sonuçlanmasının sebebi budur.
Her kim aşk için evlenirse sonu hiç çare yok, hüsrandır.
Nihayetinde birinden biri mutlaka yenik düşerek alanı terk edecektir. Çünkü rahat bir hayatla tutkulu aşkın bir arada bulunması ancak en nadir ve en mutlu kaza sayesinde mümkün olabilmektedir. Pek iyi bilindiği üzere mutlu evliliklere nadir rastlanır, bunun nedeni bizzat evliliğin özünde yatar, çünkü evlilikte asıl gözetilen amaç şimdiki değil, gelecek jenerasyondur.
Öyleyse bir aşık, sevgilisinin her bakışına ve dönüşüne neden kendisini böylesine kayıtsız şartsız adar ve onun için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdır? Çünkü onu, içindeki ölümsüz yan arzular; diğer her şeyi arzulayansa onun sadece ölümlü tarafıdır. - Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi.
- Herşeyden önce erkeğin doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakata eğilimli olduğu gerçeği bu incelemeye girer.Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır; Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler, erkek değişiklik özler. Kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar.Bu türü koruyup onun varlığını sürdürmeye bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur.Bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir.BU nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır.Kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır, çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler.Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadındaki doğaldır. dolayısıyla da kadının ihaneti, nesnel olarak sonuçları bakımındanolduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir.
- Dolunaya bakmak, insanın üzerinde niçin böylesine cömert, yatıştırıcı ve yüceltici bir etki yapmaktadır? Çünkü bir algı nesnesidir ay, hiçbir zaman bir isteme nesnesi olmamıştır:
Yıldızlar kıskandırmıyor bizi,
İhtişamlarından zevk duyuyoruz.
(Goethe) - Yüce, ender bulunan zihinsel yetenekleri olan insanların en sıradan bir insan için uygun olan, sadece fayda getiren bir işi yapmaya zorlanması, tıpkı en güzel resimlerle süslenmiş değerli bir vazonun mutfakta bir demlik olarak kullanılması gibidir. Faydalı insanları, deha sahibi insanlarla mukayese etmek de tıpkı tuğlaları elmaslarla mukayese etmek gibidir.
- Onur; onu elde eden insandan çok ,onu bahşeden insana bağlıdır.. oysa içten içe biliyoruz ki iyi bir insanın kendisinin olan ve ondan kolayca alınamayacak bir şeyi olmalıdır. Ayrıca onun peşinde koşarken insanların saikleri (güdüleri )onları iyilikleri hakkında ikna eder görünür.
ayrıca insanlar kendilerinin iyi olduğuna inanabilmek için onur peşinde koşar görünürler.. (R. W. Browne, D:P: Chase )
sayfa ;14 - En genel gözlem bize insan mutluluğunun iki temel düşmanının ISTIRAP ve CAN SIKINTISI olduğunu gösterir. Daha ileri gidip , birinden yakamızı sıyıracak kadar talihli olma ayrıcalığımızın düzeyinin bizi diğerine yaklaştırdığını söyleyebiliriz. Aslına bakılırsa hayatın bize sunduğu , bu ikisi arasında , az veya çok şiddetli salınımdır. Bunun sebebi bu iki kutuptan her birinin diğeri için çift yönlü , harici yada nesnel , deruni yada öznel bir çatışmayı içinde barındırmasıdır. Haricen , ihtiyaç içinde bulunmak ve yoksunluk ıstırap üretir; buna karşılık eğer bir insan sahip olması gerekenden daha fazlasına sahipse , bu seferde yakasını can sıkıntısına kaptırır. Dolayısıyla aşağı sınıftakiler günlerini ihtiyaçları tedarik için sürekli bir mücadele ile , başka bir deyişle ISTIRAP içinde geçirirken, yüksek sınıflar Can Sıkıntısıyla biteviye ve çok kere umutsuz bir savaş halindedir..
- Okurken bir başkası bizim için düşünür; Biz sadece onun zihin sürecini takip etmeyle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kaleme çizilmiş çizgileri takip eder; okurken de tıpkı bunun gibidir. Düşünme işinin büyük bir bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. Fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir.
.. çok fazla yani neredeyse bütün gün okuyan arada düşünmeksizin , eğlence yahut meşgale ile kendini eğlendiren kimse , yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi .. Bir çok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir. Okumak onları ahmaklaştırır. Başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak varlığını koruyan zihin de körelir, keskinliğini kaybeder. Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa , okuduklarından kalan izlerde kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır. Zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur. Okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir. Eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa , okudukları kök salmaz.. büyük bölümü itibari le kaybolur.
Düşünülmeden yapılan okumalar .. bir adamın yürüdüğü yolu görürsünüz , fakat o yolda ne gördüğünü bilmek için onun gözlerine ihtiyaç duyulan okumalardır.
sayfa 62-63-64 - Onur; onu elde eden insandan çok ,onu bahşeden insana bağlıdır.. oysa içten içe biliyoruz ki iyi bir insanın kendisinin olan ve ondan kolayca alınamayacak bir şeyi olmalıdır. Ayrıca onun peşinde koşarken insanların saikleri (güdüleri )onları iyilikleri hakkında ikna eder görünür.
ayrıca insanlar kendilerinin iyi olduğuna inanabilmek için onur peşinde koşar görünürler.. (R. W. Browne, D:P: Chase )
sayfa ;14