- ?? Mademki peygamberlerimiz, tarihe hükmeden şirk dinine karşı mücadele etmişler, öyleyse biz de bu mücadeleyi sürdürmekle yükümlüyüz. Nitekim bu güne kadar mele?, mütref ve onların uşaklarına karşı yapılan mücadeleler ve tarihin seyrinin değiştirilmesi için gösterilen çabalar tevhid dini adı altında gerçekleşmiştir. Bizim amacımız, geriye gitmek değil hak peygamberlerin yolunu takip etmektir. Zira onlar, halkın içinden çıkmış olan dolayısıyla da mele? ve mütrefi emrindeki din adamları ve prensler ya da ağalarla bir şekilde irtibatı olanların karşısında yer alan peygamberlerdi.??
- ?? Tarih boyunca, aç olan, aç kalsın, ekmeği elinden alınsın ve fakirlik var olup devam etsin diyen bir dini, Ebu Zer?in dini ile aynı tutabilir miyiz? O Ebû Zer ki, İslâm?ın parlak yüzüdür, bizzat Peygamber?in (s) terbiyesi ile yetişmiştir. Onun, ırk, sermaye ve kültür adına hiçbir şeyi yoktu; o, kâmil bir insan olmaktan başka hiçbir şeye sahip değildi. O, hak din tezgâhının, kitabının ve okulunun ürünüydü. O şöyle diyordu: ?Evinde yiyeceği olmayıp da kılıcını alıp sokağa fırlamayana şaşarım!? Sahibini söylemeden Avrupa?da bu sözü söylediğimde, bazıları bunun, Proudhon?a ait bir söz olduğunu düşündüler; çünkü Proudhon, sert konuşmasıyla bilinir. Onlara dedim ki, böyle bir söz söylemek Proudhon?un haddine değildir! Bazıları da Dostoyevski?nin bu sözü söylemiş olabileceğini düşündü. Zira Dostoyevski şöyle demiştir: ?Bir yerde öldürme olayı varsa, olaya katılmayanların elleri de kana bulaşmış demektir.? Doğrudur! Dikkat et bakalım, Ebû Zer ne diyor? Onun söylediğini din söylüyor, dine mensup olan biri değil. Zaten Ebu Zer, dinin canlı şekliydi, başka bir şey değil. O, başka hiçbir etki altında kalmadı ve Fransız devrimini yapanlardan biri değil, Gıfar kabilesinin bir ferdiydi. O şöyle diyordu: ?Evinde yiyeceği olmayıp da kılıcını alıp sokağa fırlamayana şaşarım!? O, fakirliğe neden olana ve sömürgecilere kılıç çekin demiyordu. Onun çağrısı, bütün toplumu hedef alan bir çağrıydı. O, toplumda yaşayan herkes, sömürgecilerden olmasa bile yaşanan açlıktan ve fakirlikten sorumludur, demek istiyordu. Zira bu durumun ortaya çıkmasında herkesin payı vardır. Yani toplumdaki herkesin, aç kalmama neden olan sömürgecilere bir katkısı vardır! Herkes, benim açlığımdan sorumludur! Ebû Zer, Birleşmiş Milletler Teşkilatı?nın dediği gibi ?Bir toplumun hakları, baskıyla gasp edilirse, o toplum haklarını almak için ayaklanabilir.? demiyor. Ebû Zer, hak sahibi ve aç olan kişi hakkını alsın ya da bütün insanlara kılıç çeksin, demiyor. O, aç kalıp da kılıcını çekmeyene şaşarım, diyor? Öyleyse, insana ve insan hayatına bu gözle bakan bir dini, açlık olgusunun müsebbibi olan bir din ile aynı değerlendirmeye tabi tutmak insafsızlık, mutlak cahillik ve hem ağlatan hem de güldüren bir durum olmaz mı???
- ?? Bu din, şu öğütleri ile insanları uyuşturuyordu: Sizin bir sorumluluğunuz yoktur, çünkü her ne oluyorsa tanrının iradesi ile oluyor! Yoksulluğunuzdan şikâyet etmeyin, çünkü diğer dünyada, çektiğiniz sıkıntıların karşılığını alacaksınız! Öyleyse bu dünyadaki eksikliklerinizden söz etmeyin, çünkü diğer dünyada onların on misli size verilecektir! Böylece itiraz etme ve tercihte bulunma arzuları, insanların iç dünyalarına ve zihinlerine hapsedilmiş oluyordu.??
- ?? Kendisini, kendi aydınını tanımayan birinin, toplumu tanıma imkânı yoktur ve iddia ettiği görevi gerçekleştiremez. Yani, aydın, ister İran, ister Afrika toplumundan veya Amerika toplumundan olsun nasıl bir özelliğe sahip olduğunu, tarih ve toplumun hangi şartlarında meydana geldiğini ve bu özelliklerin köklerinin nerede olduğunu iyi bilmesi gerekiyor. ??
- ?? Yapılan açıklamalar ışığında, bu değer ölçüsüne göre aydın; bir ferdin düşüncesine verilen sıfattır. Entelektüel ise, bir ferdin çalışmasına verilen sıfatı oluşturur. Bu esasa göre bazı aydınlar entelektüel, bazıları ise değildir. Yine bu esasa göre bazı entelektüeller aydındırlar ve bazıları aydın değildir. ??
- ?? Orta Çağ ilmi ve din ilmi, düşünce ve hayatın hür bir şekilde gelişmesine fırsat vermiyordu. İlmi, İncil?e yarayacak düşünce itikat ve Hıristiyanlık dininin faydalanacağı düşünce ve inanç tarzı olarak keşfedene, ceza olarak derisinin yüzülmesini öngörmeleri nedendi acaba? Çünkü, daha önceki eski ve dini ilim dedikleri ilimde, insan bedenin damarları içinde kan değil de kas olduğu söyleniyordu. Adam bu adam ise insanın damarlarında kanın dolaştığını söylüyordu? Öyle ise, dinin bilgisine muhalif bilgi üreten bu adamın derisi yüzülmeliydi. Orta Çağda din ilmi sadece İncil?in anlaşılmasına özgü bir ilimle de sınırlı değildi. Hatta Hz. İsa?dan altı yüz sene önce, Aristo, Eflatun ve benzerleri tarafından meydana gelmiş, olgunlaşmış ve Betlamus gibi şahıslar tarafından yaygınlaşmış olan Yunan ilmi bile, o zamanın ilimleri arasındaydı. Hıristiyan bilginleri daha sonraları İsa (a.s)dan önce tekamül bulmuş, ilmi alıp, Hıristiyanlık dinine kattılar, İncil?in bölümleri; Aristo; Yunan felsefesi ve ilmi, eski tabiat ilmi, eski ilim veya din ilmi olarak meydana getirildi. Öyle ki, daha sonraları mütefekkirler, fizikçiler, kimyagerler, ressamlar, mühendisler ve benzerleri Aristo?nun aksine, muhalifine söz söyleyemez oldular. Kuşkusuz bizim ulemamızın ekseriyeti böyle bir taassuptan uzaktılar. Bilakis bizim toplumumuzda inkar edilmez bir gerçek, ulemayı, alimi kabul etmeyen cahillerin bulunuyor olmasıdır. Bu tip insanlar çoktur. Benim veya başka birinin, bir görüş açıklamış olduğu, bunu alimlerin kabul ettiği, ama cahiller tarafından kabul edilmediği gibi, bir türlü bundan vazgeçmediklerine defalarca şahit olmuşum. Ben Mekke?ye gittiğim zaman ulema ile cahillerin savaşına şahit oldum. Bütün ulema tavaf zamanında da kadınların yüzünün örtülmemesi üzerinde görüş birliği içindeydiler, ama o mukaddesçi cahillerin hiçbiri bunu kabul etmiyordu. Kabul edenler de oyun gereği öyle göründüler. Bir oyun hazırlığı içindeydiler. Oyun neydi? Bütün alimler yüzün örtünmemesinde ittifak içerisindeydiler. O kabul etmiyordu. O da kimdir? O mukaddesatçılığından dolayı kendisini din alimi zanneden cahildir.??
- ?? Avrupa bilginlerinin, düşünce ve hayatı dinin meselelerinden ayrı tutmaya yönelmesine sebep olmaktaydı. Dini bir kenara bırakmadılar. Çünkü, din bir ihtiyaçtı. Din adına hayatın dondurulduğunu gördüler. Orta Çağda kurulan bu sistem neticesinde, Osmanlı Türkleri rahatlıkla dağılmanın eşiğine geldiler. Durumu dağınık hale gelen İslam, rahat bir şekilde Avrupa?yı dağıtacak konumdaydı, ama onlar her şeyden mahrum bırakılmışlardı. Hatta İslam ülkelerinde sağlanan gelişime ve keşiflerin Avrupa?ya girmesine bile izin verilmiyordu. Müslümanların yaptığı bir saat Alman kralına hediye olarak verilir. Saat belirli zamanlarca zil çalar ve keşişlerin, mukaddesçilerin fetvasıyla saat imha edilir. Çünkü bütün Avrupa halkını etkilemiş ve içinde cin olduğu inancı giderek büyümüştü. Halkın suçu değildi. Halkın devamlı olarak bu düşünce seviyesinde kalmasına çalışmışlardı. Bu durum ancak bir neticeydi.??
- ?? 6. asırda İspanya?nın Barselona şehrinde (ülkenin ikinci büyük şehirlerinden) üçsüz bin Protestan?ı katlettiler. Fransa?da o kadar Protestan öldürdüler ki, birinci derecede olan ülke ikinci ve üçüncü dereceye kadar düşme gösterdi. Bu katliam Protestanların aydın olmasından dolayı gerçekleşiyordu. Buna ilave olarak bu insanlar servet sahibi, çalışkan, aktif ve hayatın şartlarını göğüsleyebilecek özelliklere sahiptiler. İnziva, cennet satma, tevessül (beşerden yardım istemek), Katoliklerin ilan ettiği gibi dünya ve hayat değersizdir, lezzet tanrının zıddıdır ve buna benzer sayısızca hurafeyi kabul etmiyorlardı. Protestanlar, Fransa?nın bütün servet, sanat, sermaye ve faaliyetlerini ellerinde bulunduruyorlardı ve Fransa?nın sağladığı gelişmeler onlara minnet borçluydu. Onlardan o kadar öldürüp katlettiler ki geriye kalan bir grubu başka ülkeye firar etmek zorunda kaldı ve bunun neticesinde bu Fransa birkaç sene sonra düşme noktasına geldi. ??
- ?? Papalık, Katolik kilisesi Orta Çağda dünyayı vatan olarak görür. Kavmiyet ve milliyet meselesini düşünmez. Çünkü dünya Papa hükümetinin kontrolündedir. Halk üzerinde hüküm sahibi olmak, kardinaller tarafından seçilen Papa?ya aittir. Dil resmen Latincedir. Hiç kimsenin kendi dini veya ilmi meseleleri konuşmaya hakkı yoktur. Neden Latince? Çünkü bu zihniyete göre; Allah?ın dili, İncil?in dilidir! Oysa İncil İbranice değil miydi? Veya İsa, İbranice konuşmuyor muydu? Yoksa o latince biliyor muydu? Bu sorular karşısında kimsenin verecek cevabı yoktu. Ama, dil Latincedir! Neden? Çünkü, Papa?nın kilisesi, Sezar yönetiminin arka yüzündeki resmi yüzüdür. İsa veya dinle hiçbir ilgisi yoktur.??
- ?? Aydın, Avrupa?daki 17. yüzyılda meydana geldi. Feodalizmin, Avrupa?ya hakim olduğu, Sezar?ın din adına hükümet ettiği bir ortamda bu oluş meydana geliyordu. Oluşturulan bu atmosferden dolayı, Avrupa aydını dine karşı dinden uzak bir çizgide gelişme gösterir. Din alimlerinin zorbalık, baskı ve sultasından kurtulmak ve hürriyetlerini elde etmek için bu hareket başlatılıyordu.??