- Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu. Zaman zaman herkesin sözünü kesip, ''İyi ama, sanık kim? Sanık olmak önemli bir iştir. Benim de söyleyeceklerim var,'' diyecek oluyordum. Fakat iyi düşününce söyleyecek bir şeyimin olmadığını anlıyordum.
- Sorgu başladı. Önce, beni sessiz ve içine kapanık biri olarak anlattıklarını söyledi, bu konuda ne düşündüğümü bilmek istedi. "Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım," diye cevap verdim.
- Kendi kendime, neyse bu pazar da geçti, annem gömüldü, işe yeniden başlayacağım, sonuçta değişmiş hiç bir şey yok, diye düşündüm.
- Evet, benden daha doğal az kimse bulunur. Yaşamla uyuşmam eksizdi, yaşama ilişkin hiçbir alayı, hiçbir büyüklüğü ve hiçbir köleliği reddetmeden, yukarıdan aşağıya yaşama katılıyorum.
- Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır. Bizim küçük kentimizde, iklimden belki de, bunların tümü bir arada yapılır, aynı tutkulu ve belirsiz havayla. Yani burada insanın canı sıkılır ve alışkanlıklar edinmeye özen gösterir. Burada yaşayanlar çok çalışırlar, ancak hep zengin olmak amacıyla değil. Özellikle ticarete ilgi duyarlar ve onların deyişiyle, önce iş yapmakla ilgilenirler. Doğal olarak basit keyiflerden de zevk alırlar; kadınlardan, sinemadan ve deniz banyolarından hoşlanırlar.
- Çorba, çorba! Kafamın içini düzene sokmalıyım. Onlar dilimi keseli beri, neyin nesiyse bir başka dildir işleyip duruyor kafatasımın içinde, bir şey ya da biri konuşuyor, birden susuyor, sonra her şey yeniden başlıyor, of! Çok fazla şey işitiyorum, oysa kendim söylemiyorum bunları, çorba ki çorba! Sonra, ağzımı açacak oldum mu yerinden oynatılan çakıl taşlarının sesi gibi sesler çıkıyor. Düzen, bir düzen, diyor dil, aynı zamanda başka şeyden de konuşuyor, evet, her zaman düzen istedim ben.
- Gitmek istiyordum, birden onları bırakmak ve en sonunda yaşamaya başlamak istiyordum, güneş altında, duru suyla.
- Beni aldatmışlardı, yalnızca kötülüğün krallığı çatlaksızdı, beni aldatmışlardı, gerçek dört köşeli, ağır, yoğundur, ayrım götürmez, iyilik bir düş, hep ertelenen ve tüketici bir çabayla sürdürülen bir tasarı, hiçbir zaman erişilemeyen bir sınırdır, krallığı olanaksızdır. Yalnızca kötülük sınırlarına dek gidebilir ve kesinlikle hüküm sürebilir, gözle görülür krallığını yerleştirmek üzere ona hizmet etmek gerekir, sonrasını düşünürüz, hem ne demek oluyor ki bu, yalnız kötülük ortada, kahrolsun Avrupa, kahrolsun mantık, onur ve haç.
- Hayır, var olduğumdan emin değilim. Ama olacağım, bundan kuşkum yok
- Duvarların arkasında büyük, sağır, derin vuruşlarla, denizin ve limanın üzerinde soluk alıp veriyordu yaşam... Ona hem öyle uzak hem öyle yakın...