- Her usta yazar, önemli deneyimlerini, düşüncelerimizi sürekli kaplayan veri yığınının içinde kaybolabilecek detayları görünür kılar - böylece etrafımızı saran dünyadan bunları bulup keyfini çıkarmaya teşvik eder bizi.... .s.60
- ...hepimiz narin ve savunmasız varlıklarız. Birlikte yaşadığımız, önemsemediğimiz ya da önemsemediğimiz milyonlarca insan arasında daima bizi azami mutluluğa erdirecek, yalnızca kokularından tanıyabileceğimiz ya da onlarsız ölmeyi tercih edebileceğimiz birileri mutlaka var.... s.101
- Romantik anların en yoğununu başka birinin yanında romantik olmak zorunda olmayanlar yaşarlar. İşten insanlar ya da arkadaşlarımız tarafından rahatsız edilmeden yalnızlığımızın derinliklerine daldığımızda doğanın varlığını ve aşka duyduğumuz ihtiyacı fark etmeyi başarırız. Telefonun hiç çalmadığı, yemeklerin tümünün bir konserve kutusundan BBC spikerinin (Kenya'daki antilopların çiftleşme alışkanlıklarını anlatan) tarazlı sesi eşliğinde yendiği bir haftasonu geçirince Platon'un neden sevgisiz bir insanın uzuvlarının yarısını kaybetmiş bir yaratıktan farksız olduğunu söylediğini anlarız.
- Yazma işi genelde böyle bir iştir. Yazım kuralların da hata yapmamayı öğrensek bile sözcükleri niyetlerimizi yansıtacak biçimde yan yana dizebilmek gerçekten mücadele gerektirir. Bir olayı yazıya döktüğünüz zaman yazdıklarınız onun yüzeyini şöyle bir yalayıp geçer, güneşin batışını izleriz, sonra güncemizi yazarken doğru sözcükleri ararız, 'güzel' diye betimleriz o gün batımını, ama güzelden fazlasını hak ettiğini biliriz, fazlasını bulamayınca da unutur gideriz gün batımını tam betimleyemediğimizi. Bugün olan her şeyi kayda geçirmek istediğimizde gittiğimiz yerlerin ve gördüğümüz herkesin ve her şeyin bir listesini çıkarırız, sayfayı doldurduğumuzda yazıya dökemediğimiz, küçük olayların olduğunu hatırlarız, ama onları bir türlü betimleyemeyiz, en kötüsü de biliriz ki günün gerçeklerini bir tek o anlatamadığımız küçük olaylar yansıtır.
- Mizah çoğu zaman bir statü ile ilgili endişelerimizi adlandırır ve sorgular. İnsanlarla kurdukları ilişkilerde bizim kadar kıskanç ve kırılgan olan başkalarının da bu dünyada yaşadığını, para sıkıntıları yüzünden başkalarının da sabahın köründe sıkıntı içinde uyandığını, toplumun takmamızı istediği ağırbaşlılık maskesinin altında hepimizin aklımızı oynatmak üzere olduğumuzu anlatır. Çevremizdekilerin iç dünyalarında bizimkinde olduğu gibi fırtınaların koptuğunu göstererek, onlarla iletişim kurmaya çabalamamız için bize sağlam bir gerekçe sunar.
- Müzik ve manzara, aklın sürekli iş gören, telaşlanan ve herşeyde kusur bulan kısmını bir süreliğine dinlenmeye bırakır. Müzik ve manzara olmasa, aklın bahsettiğimiz kısmı bilincimizde beliren herhangi bir güçlük karşısında kendini kapatır; anılardan, özlemlerden, içe dönük ve özgün düşüncelerden kaçar, bunların yerine kurumsal olan ve kesinlikle kişisel olmayan düşünceleri tercih eder.
- Söylediğim yalan kaçınılmaz olduğu kadar utanç vericiydi de ama iki tür yalan arasındaki ayrımı fark etmeme yol açtı - kaçmak için yalan söylemek ile sevilmek için yalan söylemek. Baştan çıkarma sırasında söylenen yalanlar, öteki alanlarda söylenen yalanlara benzemiyordu. Bir polis beni durdurduğunda ne kadar hız yaptığımla ilgili yalan söylediğimde doğrudan bir amaçla yapıyordum bunu, ya kaçmak ya da tutuklanmamak için. Ama sevilmek için yalan söylemek, Eğer yalan söylemezsem sevilemem gibi sapkın bir tavrı da beraberinde getiriyordu. Baştan çıkarmayı kişisel özelliklerin (ötekinden farklı olan özelliklerin de tabii) yok edilmesi şeklinde algılayanların tavrıdır bu, gerçek benliğin özellikleriyle arzu duyulan kişinin mükemmel görünen özellikleri çatışma halindedir.
- Eğer varolan düzeni sorgulamaktan kaçınıyorsak, bunun nedeni -içinde yaşadığımız kentin iklimi ve büyüklüğü bir yana toplum tarafından kabul gören her şeyin doğru olduğunu düşünmememizdir aslında. Çıplak ayaklı filozof ise, toplum tarafından benimsenen her şeyin anlamlı olup olmadığına ilişkin bir sürü soru sormuştu.
- Biz bu kadar sağlam duramıyorsak, kişiliğimizle ya da elde ettiğimiz başarılarla ilgili birkaç ağır söz işitince göz yaşlarına boğuluyorsak, bunun nedeni, haklı olduğumuza inanmak için ille de başkalarının onayına gereksinim duymamız olabilir. Başkaları tarafından onaylanmamayı bu kadar ciddiye almamızın temelinde ise, yalnızca terfi etmek ya da ayakta kalmayı başarmak gibi pragmatik nedenler değil, çok daha önemli bir neden yatar: Alaya alınmak yoldan çıktığımızı gösteren ve asla göz ardı edemeyeceğimiz bir işaret gibi gelir bize.
- Biz insanlar, Epikurusçu şair Lucretius'un da dediği gibi birer hasta adamız, hastalığının kaynağından habersiz.