Her şeyden bi tane olur zannediyordum. Mahalle dediğimiz şey bizim mahallemizdir. Bakkal bi tanedir ve iki sokak aşağımızdakidir. Arkadaş dediğimiz kişiler benimkilerdir. diye düşünüyordum. Aynı şey arkadaşın anne ve babasını görünce de oluyor. Arkadaşım ona baba diyor ama baba dediğimiz kişi benim babamdan başkası olamaz ki. Yani baba bizim evde oturandır, tipi kıyafeti filan bizim evdeki gibi olandır. Ama onun babası var ve benimkinden farklı. Aklım çıkacak gibi oluyordu bütün bunları düşündükçe. Sanırım herkesin dile getirmese bile içten içe, bilmeden de olsa düşündüğü bi olay bu. O yüzden farklı mahallenin çocukları birbirini görünce saldırıyorlar. Dolaşmayın lan burada. Yürüyün mahallenize diye kovuyorlar birbirlerini. Kimse başkalarının başka hayatları olduğunu görmek istemiyor. dedim. (Sf. 198)
Diğer Umut Sarıkaya Sözleri ve Alıntıları
- Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisliği anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdiğim sıralarda aynı duyguyu yine hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaş'taki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben "Bi çay daha içer misin?" diyecekken söze girdi ve "Ben geleceğimi düşünmek zorundayım Umut. Kusura bakma" dedi. "İyiydik lan" demek istedim, diyemedim. Gidişini izledim.
- Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisliği anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdiğim sıralarda aynı duyguyu yine hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaş'taki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben "Bi çay daha içer misin?" diyecekken söze girdi ve "Ben geleceğimi düşünmek zorundayım Umut. Kusura bakma" dedi. "İyiydik lan" demek istedim, diyemedim. Gidişini izledim.
- Hayatım boyunca kendimi bir yazar, bir şarkıcı, bir düşünür, ne bileyim bir sanatçıyla özdeşleştirmek istedim. Kendisini her televizyonda gördüğümde, eserleriyle 'hah tam benim kafamdan birisi...' diyebileceğim biriyle karşılaşmak istedim. Ama kısmet değilmiş. Böyle birisi şimdiye kadar karşıma hiç çıkmadı.
Aslında yalan söyledim. Hiç bir zaman kendimi özdeşleştireceğim birisini aramadım. O zaten her zaman yanıbaşımdaydı. Ama ne yazık ki bu durumdan çok utanıyordum. Bir süre ona uğramamaya, yanına yaklaşmamaya, ondan kaçmaya çalıştım ama olmadı. En sonunda gerçeği kabul etmeye karar verdim.
Ben insanlar gibi bakış açımı jim morrison, john lennon ya da dostoyevskiyle özdeşleştirmiyor, kendimi onlar gibi göremiyordum. Ben ne yazık ki sokaktaki bim marketiydim. Sattığı ürünleri bir reyona koymak yerine kolilere istiflemesiye dağınık, özensiz ama samimi yapısıyla tıpkı bana benziyordu. Bauhaus ya da migros gibi müzik yayını yaparak müşterilerin daha çok alışveriş yapmasını sağlayacak kadar kurnaz değildi. Olması gibi sessiz, durağan ve ucuzdu. Evet belki bir migros değildi, ama bir aydınlar bakkaliye de değildi. Ne tam şehirli ne tam köylüydü, arada sıkışmış acı çeken bir hali vardı bim'in. - Bir evde gündüz ışık yanıyorsa o evde mutsuzluk vardır. (Siyup)
- Başlarda durgunluk çöktüğünü yada toplumsal bir soyutlama yaşadığımı filan sanmıştım ama bambaşka birşeydi bu benim yaşadığım. İçinde bulunduğum durumu bir türlü isimlendiremiyordum. Böyle bir uzun uzun dalmalar, bir konsantrasyon eksikliği yadagereksiz bir biçimde fazlalığı hasıl olmuştu bedenime. Bir bilene danışmak gerekir diye düşündüm, gittim konuyu Memo?ya açtım. Her konuda söyleyecek bir çift sözü olan bu kişi anlattıklarım karşısında hiçbirşey söyleyemedi. Sadece uzun uzun bana baktı. Ama halimden anlar gibi bir tavrı vardı. ?Sanki bir kafese sıkışmış gibiyim Memocuğum? dedim, baktı. ?Dingin bir denizde kaybolmuş sandal gibiyim. Belki bir fırtına kopsa savrulup kıyıya ulaşıcam ama kopacak fırtına yok? dedim, baktı ve başını salladı. ?aslında kıyıya da belki ulaşmak istemiyorum, bu dinginlikte ölmeyi arzu eden bezmiş bir denizciyim belki de ben? dedim, ne yapacak yine baktı. Ben balıkçı, deniz, sandal derken konuyu memo?ya anlatırken edebiyatımın ne kadar geliştiğini birden farkettim. ?Dur bi kaç tane daha metafor yapayım da şu Memo?nun aklını biraz daha alayım ? diye düşünüp benzetmelerime devam ettim. ?Hayatım yaratıcılıktan uzak bir memur eylemi gibi geçiyor. -Ayvayı yemek- diye bi terim mi duydum, hemen geçiyorum kameraların karşısına elime aldığım bir ayvayı yiyorum, üstüne utanmadan da -memur ayvayı yedi- diyorum? dedim. Şımardıkça şımardım ?yeaa bırak Memocuğum şimdi tekneyi, memuru şeyi düşün bir lunaparkı düşün. Gondola binenlerin çığlıklarını -abi noolur durdur şunu, abi bokunu yiyim abi- diye yalvarışlarını umursamayan bir gondol operatörünü düşün. İşte benim hayatım o operatörün tıpkısının aynısı gibi geçiyor? dedim. Bu şairleri kıskandıracak nitelikteki bütün benzetmelerim karşısında Memo hep susmakla yetindi. Ve ?hmmm? dedi. Bu hmmm?dan sonra bir yardım, bir yorum bekliyordum ama hiçbişey demedi. Ben tabi bu durumdan kıllandım. Başka başka, demin anlattıklarımın tam tersi şeyler de anlattım Memo?ya onları da tek dinledi ve onlara da ?hmm? demekle yetindi. ?Memocuğum Allahaşkına sen benimle daşşak mı geçiyorsun. Ne her dediğime hmmlayıp duruyorsun. Seni adam belledik bi derdimizi, sıkıntımızı anlattık. Dinliyorsan dinle dinlemiyorsan beni ne yoruyorsun lavuk.? diye çıkıştım ona da hmm?ladı. Yüzüne tükürüp çıktım odadan. Odama gidip Ersin?e olanları anlattım, Memo?nun terbiyesizliği karşısında ne kadar derinden yaralandığımı anlattım. Ben derinden yaralanınca sanki Ersin de derinden yaralanmış gibi hissettim ve bir anda çok yakın hissettim bu kişiye karşı kendimi. Herkesten sakladığım bir kaç sırrımı anlatıverdim oracıkta. Doyamadım bi kaç sırrımı, bi de arkadaşım Nihat?ın bir sırrını anlattım. Tam Nihat?ın sırrının en heyecanlı yerine geldiğimde Ersin ?umutcuğum bunları bana niye anlatıyorsun bu senin kendi özelin. Hem midem bulandı be arkadaş sus artık yeter. Ayrıca Nihat kim .mına koyiim tanımadığım etmediğim adamın gizil dünyasına beni ne sokuyorsun? diye çıkıştı bana. Tam coşarken Ersin?in frenime basması beni bir anda bozdu ve otomatikman Ersin bir anda muhabbette güçlü konuma geldi. Elimle dokuna dokuna ?şş dur lan ehehehe . Dur oğlum bişey anlatıyoruz. şşşş bak bak dinle eheheh çok komik şşş allahaşkına? diye yılıştım Ersin?e. Ersin, duygusal, içine kapanık ve aynı zamanda şerefsiz bir kişiliğe sahip olduğu için bu konumunu ?yaa bırak allahaşkına, yok abi bırak dinlemiyorum? gibi söz öbekleriyle korumasını çok iyi bildi. Bir müddet bu görüntü kirliliğini sürdürmeyi karşılıklı devam ettirdik. artık ben iyiden iyiye diz çökmüştüm Ersin abimin karşısında, küçüldükçe küçülmüştüm. İşte o an kendimden utandım ve şu konumumu düzeltmek için sinir krizi geçirdim. Yerden yere attım kendimi. Baktım hiç oralı değil kalktım Memo?nun odasına gittim biraz da orda sinir krizi geçirdim. Memo uyuduğu için farketmedi benim sinir krizimi. Uyumuş insan kokusu üzerime sinmesin diye geri Ersin?le paylaştığımız odaya gittim. Dinlemedi ama anlattım ?Şimdi iyiyim, Memo?yla konuştum biraz önce çok iyi geldi.? dedim. Kısa bi sessizlikten sonra ?Tek ihtiyacımın tatil olduğunu söyledi? diye devam ettim. Uzun bir sessizlikten sonra da ?Seninle beraber Olimpos?a gitmemin çok iyi geleceğini de ekledi? diye sözlerimi noktaladım. ?abi ben gidemem bi sürü işim var, hem olimpos ölmüş abi yeaa, eskiden çok güzeldi de şimdi çok bozulmuş meeeaaa? diye veryansın etti bana. ?Ulan hangi tatil beldesine gitsem burası ölmüş diyorsunuz. Ne ima ediyorsunuz lan? Ben gelince mi ölüyor, Ben gelince mi bozuluyor? Hadi Ersinim hazırla şu bavulunu Memur eylemindeki bir gondol operatörü gibiyim bir fırtınaya ihtiyacım var lan anlasana? dedim. ?Abi biliyorum geçen seneki gibi olacak, tatilde dinlenmek yerine yorulucaz yine yaa? diye nazlandı. ?saçmalama Ersin tamamen doğa ve tarihle buluşma amaçlı bir tatil olacak bu bizimkisi. Tıpkı bir kültür ateşesi gibi takılıcam, belki gitmeden önce son gece , o da sadece içimde kalmasın diye yüzerken su yüzeyinde bi kere ağzımı yaklaştırıp ?friiiiiuuuu? diye ses çıkarırım o kadar? dedim. ?Öff yaa? diye bi kere daha nazlandı. Umut Sarıkaya
- Her şeyden bi tane olur zannediyordum. "Mahalle dediğimiz şey bizim mahallemizdir. Bakkal bi tanedir ve iki sokak aşağımızdakidir. Arkadaş dediğimiz kişiler benimkilerdir." diye düşünüyordum. Aynı şey arkadaşın anne ve babasını görünce de oluyor. Arkadaşım ona "baba" diyor ama "baba" dediğimiz kişi benim babamdan başkası olamaz ki. Yani baba bizim evde oturandır, tipi kıyafeti filan bizim evdeki gibi olandır. Ama onun babası var ve benimkinden farklı. Aklım çıkacak gibi oluyordu bütün bunları düşündükçe. Sanırım herkesin dile getirmese bile içten içe, bilmeden de olsa düşündüğü bi olay bu. O yüzden farklı mahallenin çocukları birbirini görünce saldırıyorlar. "Dolaşmayın lan burada. Yürüyün mahallenize" diye kovuyorlar birbirlerini. Kimse başkalarının başka hayatları olduğunu görmek istemiyor." dedim. (Sf. 198)
- "Hele ki masalardaki oyuncaklar, süsler, renkli ataçlar. En çok onlardan, çalışanlarının mini dünyalarından ölesiye nefret ediyordu. Maliyeye kurumlar vergisi beyannamesi veren şirkette, Hello Kitty'nin ne işi var lan? Bu beyannameyi vermezsem maliye g*tümü s**er bundan Hello Kitty'nin haberi var mı? diye çok kereler isyan ederdi sekreterinin masasındaki oyuncağa."
- "Biz yemeyelim de el mi yesin diye bankada bulunan tüm paralarını bir ay içinde harcayıp şahane bir ay geçiren ve sonra da fakirliğin pençesinde inim inim kıvranan uzaktan akraba olduğumuz bir aile bile vardı."
- "İnsan hiç eski çıktığıyla güreşir mi? Ben güreşirim.. Ben mühendisim!. Kimse mühendisleri, mimarları ve tabii ki doktorları sakın kızdırmasın. Evinde iki gün kombi yanmasın o zaman görürüm ben İlber Ortaylı'yı."
- "Ben özgürlüğüme düşkün bir insanım kardeşim, gelemiyorum sıkıntıya dedi. Özgürlüğüne düşkünmüş. Mınakoyim sanki bana Latin Amerika Devrimi yapacak, toplum, aile, devlet gibi tabuları tartışmaya açacak pezevenk."