Bugünkü batı uygarlığının mayası, eski Yunan ilim ve felsefesidir. Temeli nedir bu ilim ve
felsefenin? İnsan aklını aramakta, sormakta bilmek, anlamak, açıklamak ve yorumlamakla hür kılmak!
Bu akıl hürriyeti İsa'dan altı yüz yıl önce bizim yurdumuzun Ege kıyılarında doğmuş
ve bin yıl sürmüştür. Ortaçağda, bin iki yüz yıl, kilise ve papaz baskısı insan aklını hürriyetsiz bıraktığı sırada, Müslümanlar Yunan ilim ve felsefesinin ilk mirasçısı olmuşlardır. Bütün eski Yunan metinleri Arapçaya çevrilmiştir ve insan aklına hürriyetini geri veren ilk din reformu da, bilindiği üzere, Halife Me'mun' un da kendilerine katılması üzerine İslâm sosyoanalistleri tarafından gerçeklenmiştir. Gene bilindiği üzere Muhammed yalnız Peygamber değil, devlet reisi ve Başkomutandı. Kur'an inanç, tarih ve ahlâk emirlerinden başka o zamanki Hicaz aşiretleri topluluğunun anayasası idi. Bağdat reformcuları Tanrı'nın ebediliğini, ibadet ve ahlâk emirlerini hak tanımışlar, muamelât ayetlerinin ister istemez hükümden kalkması gerektiğini ileri sürmüşler, nakil' in aklı arama, sorma, öğrenme ve yorumlama, açıklama hürriyetinden alıkoyamayacağını ileri sürmüşlerdir. Dokuzuncu asırdayız. İslâm medeniyeti denen kısa devir işte bu reformun ve akıl hürriyeti devrinin eseridir. Yabancı tarihçiler bu devri övüp durmuşlardır...
Diğer Falih Rıfkı Atay Sözleri ve Alıntıları
- gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için, Yahudilerin Kudüs' te yüzlerce yıldan beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz: Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındıramamıştır.
- gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için, Yahudilerin Kudüs' te yüzlerce yıldan beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz: Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındıramamıştır.
- ...nasıl tahammül ediyorsunuz? Türkler kadar bani (bina yapıcı) bir milletin cami mimarisi, çeşme mimarisi, türbe mimarisi olur da; ev, bahçe ve han mimarisi nasıl olmaz.
- 1913'de bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.
- Ahmed'imi gördün mü?
Hayır. Hiç birimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü. - - Çadırın nerede?
Diye sorduğumuz zaman, çoğu size eğri bir taşın babasından kalma gölgesini gösterebilir.. - Din ile şeriatı bugün bile birbirine karıştıran üniversite diplomalı kimseler var. Tanrıya
inanırsınız. O'na karşı güvenlerinizi yerine getirirsiniz. Din burada biter, ötesi şeriattır.
Şeriatçılık demek, Müslüman toplumlarını yedinci yüzyıl Hicaz aşiretleri şartlarına doğru geri sürüklemek demektir. İslam bilginleri Kur'an'ın "muamelât" ayetlerinin "mensuh" (hükümsüz) olduğunu eskiden beri söylemişlerdir. "Zaman ile yargıların" değişmesi gerektiği pek eskiden beri bilinmektedir. Fakat ulûm?ı akliyye'yi (deneysel olarak) kapısından kovan ve yalnız ulûm?ı şeriyye'yi (kötü olan) öğreten medrese, toplumun bütün dünya işleri üzerinde egemen olmak dâvasındadır. Batıya doğru bütün gelişmeleri önlemeğe kalkışmaktan bir türlü vaz geçmez. Rahmetli Şemsettin Günaltay kalabalığa çıktığı vakit softa, bizimle baş başayken aydın bir din bilgini idi. ilahiyat fakültesini kurduğu vakit; "Fıkıh dersi koymadım, çünkü' fıkhın temeli Kur'an'ın "Muamelât" ayetleridir. Bu ayetlerin hepsi de artık "mensûh" dur" demişti. - Felsefe müderrisi, Türklerin dillerini bırakıp Arapçayı dil edinerek bir İslâm milleti birliği kurulması dâvasındadır. Türkçü Ziya Gökalp ilim dili terimlerinin Arap köklerini bırakarak Türk
köklerinden alınmasını bile ileri sürmeğe cesaret edemez. Yalnız Arap eklerini savunur.
"Realite" karşılığı "Şeniyet", yalnız "Realizm** karşılığı "Şeniyetçilik" diyebilir. Osmanlı Milliyetçiliği, hâlâ, bir din milliyetçiliği idi. Tarih, bu milliyetçi için, bir Müslüman gâvur kavgasıdır. Osmanlı milliyetçisi Türkçülüğü de Türkçeciliği de bir soysuzlaşma saymıştır. - Japonya eğitimde Çin medresesinin hükmü altında idi. Nasıl ki biz Türkler Arap medresesinde eğitim görüyorduk. Japonya iki asır tarih dışı kaldı. 1854 de Komodor Perry bir kaç Amerikan savaş gemisi ile kapısını zorlayıp, Japon şerefini kırıcı ve yüz kızartıcı antlaşmayı zorla imzalatınca Japonya'da batıya köle olmamak ve millî varlığı kurtarmak için iki fikir doğdu: "Gâvur"u kesmek, Batılı olmak. Batının üstünlüğünü sağlayan nelerse, öğrenmek. (...) İlim Japonya'ya 1868 de girmiştir. 1925 de ise yüzde 99,4 Japon çocuğu batı eğitimi veren okullarda, 1927 de halkın yüzde 93'ü okuyup yazmakta idi. Genel eğitim Japonya'da batı memleketlerinin çoğunda olduğundan daha laiktir. İçinde beş büyük, kırk bir küçük bilimyurtları (üniversiteler) vardır. Eğitim arttıkça seçmenlerin sayısı ilk parlamento seçimlerinde 460.000 kişiden 1928 de 13.000.000'a çıktı. Yeni Japonya batı baskısı altında uyandıktan sonra kırk yıl içinde Çin ve Rusya'yı yenerek büyük devletler arasına girmiştir. Japonlar murakabe meclislerini kurarken sanki tarihçi H. G. Wells'in Esquisse de L'histoire Universelle'inde vereceği şu dersi kayıptan almışlardı: "Bir topluma danışma hakkından önce eğitim verilmelidir. Seçmen oy vermeden önce bilgilenmelidir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Yeteri kadar eğitim görmeyenin elinde oy pusulası yalnız faydasız değil, tehlikelidir de."
- Bugünkü batı uygarlığının mayası, eski Yunan ilim ve felsefesidir. Temeli nedir bu ilim ve
felsefenin? İnsan aklını aramakta, sormakta bilmek, anlamak, açıklamak ve yorumlamakla hür kılmak!
Bu akıl hürriyeti İsa'dan altı yüz yıl önce bizim yurdumuzun Ege kıyılarında doğmuş
ve bin yıl sürmüştür. Ortaçağda, bin iki yüz yıl, kilise ve papaz baskısı insan aklını hürriyetsiz bıraktığı sırada, Müslümanlar Yunan ilim ve felsefesinin ilk mirasçısı olmuşlardır. Bütün eski Yunan metinleri Arapçaya çevrilmiştir ve insan aklına hürriyetini geri veren ilk din reformu da, bilindiği üzere, Halife Me'mun' un da kendilerine katılması üzerine İslâm sosyoanalistleri tarafından gerçeklenmiştir. Gene bilindiği üzere Muhammed yalnız Peygamber değil, devlet reisi ve Başkomutandı. Kur'an inanç, tarih ve ahlâk emirlerinden başka o zamanki Hicaz aşiretleri topluluğunun anayasası idi. Bağdat reformcuları Tanrı'nın ebediliğini, ibadet ve ahlâk emirlerini hak tanımışlar, muamelât ayetlerinin ister istemez hükümden kalkması gerektiğini ileri sürmüşler, nakil' in aklı arama, sorma, öğrenme ve yorumlama, açıklama hürriyetinden alıkoyamayacağını ileri sürmüşlerdir. Dokuzuncu asırdayız. İslâm medeniyeti denen kısa devir işte bu reformun ve akıl hürriyeti devrinin eseridir. Yabancı tarihçiler bu devri övüp durmuşlardır...