- Çokları hayvanlar hep aynıdır, hep aynı tepkiyi verir sanırlar. Yanlıştır. Her hayvanın bir kişiliği vardır, onlara kişiliklerine göre yaklaşmak, işe önce konuşmakla, okşamakla başlayarak dostça bir iletişim kurmak gerekir
- Şurası kesin ki, hiçbir şey gençliğimizdeki gibi değil artık, her şey çürüdü, üstüne üstlük çürümüşlük en büyük amaç durumuna geldi. Bir zamanlar küçük Amerika olacağız deyip dururlardı, şimdi bir adım daha attılar, küçük Arabistan olmak istiyorlar.
- "Çöp! Çöp! Çöp!" diye söyleniyordu. Bu çöp bolluğuna, bu büyük kent insanlarının çöp üretme yeteneğine şaşırıp kalıyordu. "Pırıl pırıl cam şişeleri bile çöpe atıyor bunlar! Bu kadar çöp nereye sığar ki? Yarısı çöpçü de olsa, çöplerinin altında boğulacaklar sonunda!"
- Dil insan topluluğunun içinde doğup geliştiğine, toplumun oluşumunu yönlendiren süreç uyarınca, yaşama olanaklarını yaratma, doğayı dönüştürme ve araçları çoğaltma abalarıyla oluştuğuna göre, Türkçe belirli düşünce ve bilimsel alanların sözcük ve terimlerinden yoksunsa, yetersiz bir dil olduğu için değil, Türk toplumunun söz konusu alanlarda etkinlik göstermesine olanak sağlanmadığı için yoksundu.
- Büyük Britanya İmparatorluğu?na bağlı birçok sömürge ülkelerde bağımsızlık girişimleri, hatta ayaklanmalar baş göstermiş, bu ülkelerin en büyüğü de çoktan amacına ulaşmıştı. Hayristan?da da birtakım kıpırdanmalar yok değildi doğrusu: bir iki yıldır İngiliz kurumlarına ve İngiliz askerlerine karşı birtakım saldırılar yapılmakta, her iki yan da gittikçe artan bir oranda kurbanlar vermekteydi. Harun Elmansur daha ilk yazılarında bu tür eylemleri yerin dibine geçirdi. Soydaşlarının tepkilerini bir yere kadar anlamakla birlikte, ?haklı ve doğru tepkiler? olarak nitelenmelerinin olanaksız olduğunu açıkladı. Ona göre, nerdeyse iki yüzyıllık bir ?ortak tarihin doğal sonucu olarak?, Hayristan halkı, Büyük Britanyalılar başta olmak üzere, İngiliz İmparatorluğu?na bağlı tüm ülkelerin insanlarıyla kardeşti, ortada hiçbir neden yokken, tam tersine, ilişkiler gittikçe daha güçlü, daha içten bir biçimde kardeşliği güçlendirirken, bu büyük ve nerdeyse kutsal birlikten kopmanın, dolayısıyla uygarlıkların en gelişmişine sırt çevirip yalnızlığı ve ilkelliği seçmenin ülkeye ve yurttaşa karşı bir tutum olduğunu kesinliyor, Büyük Britanya gibi dünyanın en büyük, en saygın devletinin önemli bir parçası olmaktan çıkarak yoksul ve yalnız bir küçük devlet düzeyine düşmek için işi kavgaya döküp yüzlerce, binlerce soydaşı ölüme göndermenin benimsenmesi olanaksız bir çılgınlık olduğunu yineliyor, girişimin yanlışlığı konusunda örnek üstüne örnek, kanıt üstüne kanıt sıralıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, Hayristanlı okumuşlar arasında bu görüşü gönülden benimseyip yüksek sesle yineleyenler de az değildi.
- Yalnızca Proust?un, Montherlant?ın evrenlerinde değil, yalnızca Türkiye?de değil, yalnızca kibar çevrede, sokakta, stadyumda değil, okulda, partide, mecliste, odada, her yerde karşılaşırız bu sınırlı, bu at gözlüklü insan türüyle. Ama, içinde bulunduğumuz şu uğursuz küreselleşme döneminde, Türkiye?de türün en somut örneklerini belirli gazetelerin belirli köşemenleri ya da, isterseniz, belirli köşe bekçileri oluşturmakta. Patronları gibi hep sağda yer aldıklarından, yan değiştirme sorunları yoktur genellikle, ama her biri kendi takımının Hagi?si gibi görür kendini; sağın içinde, patronun çıkarı gerektirdikçe, örneğin laiklikten dinciliğe, açılmadan tesettüre geçmeleri patronun bir koltuktan kalkıp başka bir koltuğa oturması kadar çabuk, kabak çiçeğinin kabağa dönüşmesi kadar doğaldır. En değişmez özellikleriyse, her an her konunun uzmanı kesilivermeleri, daha kendi anadillerini bile doğru dürüst kullanamazken, cumhurbaşkanından hukuk bilginine, romancıdan tarihçiye, bu ülkede ?aydın?, ?bilgin?, ?düşünür? diye bilinen kim varsa, hepsine yüksek perdeden ders verebilmeleri, fırça çekip alaya alabilmeleridir.
- Yirminci yüzyılın en büyük ve en ilginç dilbilimcilerinden biri, Emile Benveniste ?İnsan doğaya değil, ekine doğar?, diyor, ekini de insan ortamı, dirimsel işlevlerin gerçekleşmesinin ötesinde, insanın yaşamına ve etkinliklerine biçim, anlam ve içerik veren her şey diye tanımlıyordu. Belki de bu nedenle çoğumuz bir tür doğa olarak algılıyorduk onu, belirimlerini, değişimlerini, hatta çelişkilerini doğal buluyor, kendimizi onun akışına bırakıyorduk.
- Bu memlekette başımıza ne geliyorsa, gerekli yerde, gerekli adama, gerekli rüşveti vermesini bilmemekten geliyor
- "Ama öyle zamanlar vardı ki, çalışıp didinmek de, vuruşup dövüşmek de, kaçıp kovalamak da yazmakla aynı şey oluyordu; en iyilerinizden birinin çok güzel özetlediği noktada buluyordum hep kendimi: 'Yazmasam deli olacaktım.'"
- ... ben, okudukça, öğrendikçe, söylenlerden kurtuluyor, düşten düşünceye geliyordum; okudukça, öğrendikçe, insanları geçmek değil, insanlara doğru gitmek gerektiğini anlıyordum.