- Ödemek isteyerek yaşadım hep.
Oysa kimseye ödeyeceğim bir şey yoktu. - Dünyanın meydan okunmaması gereken bir hiç olduğunu anladım. HİÇ.
- Ömründe bir kez sevmiş, sevgilisinden karşılık görmemiş, hatta hem aldatılmış hem terk edilmiş ve insanın içini oyan yıkımlı aşk günleri buhranlarıyla sabahlara dek uykusuz bırakan aşk geceleri geçirmişti.
- Her devirde Anadolu'dan İstanbul'a geçim aramaya gelen ve burada küçük işler tutan kimseler ...
- Su iplik gibi akıyordu, belki de kesilecekti. Hep böyle olmuyor muydu: bardakları bir an önce yıkamalıydı Belkıs. Sanki niye yıkıyordu, bir yığın bardak kimse kullanmayacak ki, yine dolaba kaldıracaktı, sıraya dizerek, ertesi sonbahara kadar; yaz bitimlerinde böcekler için (o korkunç kalorifer böcekleri) ilaçlanıyordu bütün ev. Pudra gibi ince, zehirli toz tabii her yere sızıyordu. Boğucu bir koku kaplıyordu ortalığı, gündüz ve gece bütün pencereler açık, her yaz bitiminde. Bir zaman sonra kayboluyordu böcekler kendiliğinden. Belkıs onlardan iğreniyordu. Musluğunu sonuna dek açtı. Mutfak kapısından görebildiği tek ayrıntı, üstüne güneş vurmuş koltuğa serili kilimdi, daha doğrusu kilimin kırmızı-lacivert-siyah alacası: boğunç renkleri. Bardaklar yıkanmalıydı.
- 1874 HASAN MELLÂH Ahmet Midhat Efendi -Hasan Mellâh'ın sona ereceğini öğrenen tefrika okurları, hiç üşenmeden gazeteyi basıyorlar, yetmezmiş gibi, Ahmed Midhat'ı tehdit ediyorlar! Sesler, uğultular; roman asla bitmeyecek, Hasan Mellâh asla ölmeyecek, macera mutlaka sürecek! -Bugün daha seçik ayırt ediyoruz ki, yıkıldı yıkılacak bir imparatorluğun eşiğinde, telaşla anlatmak istemiş Ahmed Midhat; sanatın, kültürün, uygarlığın bir toplumu ayakta tutabileceğini.
- 1874 İNTİBAH Namık Kemal İbret dersinin yanı başında bir mesele daha var, Rauf Mutluay'ın saptamasıyla: "Gerçekten normal kurulmuş aile yapısının gizliliklerine Müslümanca bir sakınışla sokulmak istemeyen yazarlarımız, kadınsız bir toplumda aşk konularını işleyememek durumunda kalacaklardır. Bu yokluğu giderecek iki yol vardır önlerinde. Ya Müslüman erkeklerini düşmüş kadınlarla ve azınlık çevresinde kadınla karşı karşıya getirebilirler; ya da esir kızlarla seviştirebilirler."
- 1880 CEZMİ Namık Kemal Şehriyar, Namık Kemal'in kaleme getirmekten hoşlandığı, gelgelelim muhafazakâr zihniyet karşısında gönlünce yazmaktan kaçındığı, yoldan çıkmış ve yoldan çıkaran kadın kahramanlardan biri. İntibah'taki Mahpeyker'i, Âkif Bey'deki Dilrüba'yı andırıyor. Bütünüyle karalanmış bu kadınlar, insani eğilimleriyle daha özgürce yazılabilselerdi, elbette daha derinlikli olabileceklerdi...
- 1881 HENÜZ ON YEDİ YAŞINDA Ahmed Midhat Efendi Henüz On Yedi Yaşında -hüzünlü adının vurguladığı gibi fahişe olmaya zorlanmış bir genç kızın serüvenidir. Yazar, "Bu hikâyenin en büyük meziyeti her vakanın kat'i doğruluğudur" diyor. Başka meziyetleri de var Henüz On Yedi Yaşında' nın. Toplumun çeşitli sebeplerden oluşma katı ahlakı karşısında bireyin çaresizliğini irdelemiş, yeni ve daha insani bir ahlakı önermiştir. Zor bir girişimdi bu. Namık Kemal'in İntibah'ta adeta masal cadısına dönüştürdüğü yosmanın yanı başında, Ahmed Midhat on yedi yaşındaki Kalyopi'yi, bu genç fahişeyi kurtarmak çabası içindedir; dönemi için çok yanlış anlaşılabilecek bir şefkat! Roman kişisi Ahmed Efendi, romancının kendisi midir, bilinemez; yine de Efendimiz'in Ahmed adını seçmesi düşündürücüdür. Kalyapi'nin anlattıklarını dinleyen Ahmed Efendi, ne yapacak ne edecek, zavallı genç kızı genelevden kurtaracak, sonra da, uşak bir Rum delikanlıyla evlendirecektir... . . . Roman denilen şey bir cemiyet-i beşeriyye içinde görülen ahvalden birisini veyahut bazılarını kağıt üzerine koymaktan ibarettir.
- 1888 ŞIK Hüseyin Rahmi Gürpınar Ahmed Midhat Efendi, evrimci, uzlaşmacı tutumu içinde; çökmekte olan bir imparatorluğun son aydınlarından. Okuryazarlığın kurtuluş fırsatı yaratacağı kanısında. Ona göre, öğrenmek aynı zamanda ilerlemektir. Vargücüyle okuryazarlığa çağırır kalabalıkları. Her şey bugünkünden ne kadar farklıdır: Efendimiz, yeni yazarlara, yeni edebiyatçılara olanak tanımayı da görev edinmiştir. Bir gün geçmiyor ki, kendisine gönderilen dosyaları incelemiyor, o roman taslaklarının acemi yazariarına yanıt göndermiyor olsun... Bu dosyayı çok beğendi, meçhul yazarım, görüşmek üzere, basımevine davet etti. Basımevine gelen, on sekiz yaşlarında, ufak tefek, çelimsiz, azıcık sinirli bir delikanlı; "Ben yazdım" diyor. Ahmed Midhat Efendi, o çelimsiz gencin, o hanım evladının, Şık adlı, bunca olgun bir kısa roman yazabileceğinden adamakıllı işkilli. Zaman zaman tepen şiddetli öfkesine kapılarak, adı Hüseyin Rahmi olan genci sorguya çekecek, üstüne üstlük iyice azarlayacak! Kim yazdı bu romanı, baban mı ağabeyin mi yardım etti, sen kimin emeğini çalıp çırptın?!. Şık'ın bir üstbaşlığı var: Âyine. Yine kimi eleştirmenler Âyine'yi Şık'la sınırlı ikinci ad, başlık sanmışlar. Oysa, on sekiz yaşındaki Hüseyin Rahmi, daha o zamandan, bütün eserleri için bu üstbaşlığı seçmiş. Gerçi sonra Âyine üzerinde pek durmamış romancı, ama yola çıkarken geniş bir roman coğrafyası düşünmüş olduğu çok açık.