"Bir an dikiz aynama baktığımda, kendimi tanıyamadım. Kendim gibi hissetmiyordum. Ed Kennedy'nin kim olması gerektiğini bile hatırlamıyordum sanki.
Hiçbir şey hissetmiyordum."
"Ona o kızla ilgili şeyler sormak istiyordum; onu sevip sevmediğini, hâlâ özleyip özlemediğini.
Ama çıtım çıkmadı. Kendimize karşımızdakiyle gerçekten tanışmak için ne kadar izin veriyoruz?"
"Seni kim gerçekten iyi tanıyor ki Ed?"
Ne diyebilirdim ki?
"Hiç kimse," dedim.
"Artık hiçbir şeyin ona ait olmadığını, onun da her şeye ait olduğunu anladım."
"İster inan, ister inanma ama senden bu kadar nefret etmek çok fazla sevgi gerektiriyor."
"Ah," dedi. "Her şeyin bir amacı vardır."
Tanrım, dünya aklını kaçırmış.
İyi bir şey nasıl aynı zamanda bu kadar üzücü olabilirdi?
insanlar kırık kalpler yüzünden ölürdü.Kalp krizi geçirirlerdi.işler ters gittiğinde ve dağılıp yıkıldığında en çok incinen şey kalp olurdu.
Liesel üvey babasının gözlerindeki tuhaflığı görmüştü. Nezaket ve gümüşten yapılmış gibiydiler. Eriyen yumuşak gümüş gibi.
Truman Capote
Hermann Broch
Jon Krakauer
Miguel de Cervantes Saavedra
Murat Gülsoy
Jodi Meadows
Hermann Hesse
Noam Chomsky
Michael Palmer
Kahraman Tazeoğlu