- Eğlenmek... Bu kelimenin manası da Behlül de tebeddüle (değişime) uğramış idi. O hakikatte hiçbir şeyden eğlenmezdi. Bütün eğlence yerlerine koşerdı, bütün gülünecek şeyleri arardı, ihtimal herkesten ziyade gülerdi; fakat eğlenir miydi? Eğleniyor görünürdü, onun için eğlenmek, eğleniyor görünmek demekti. Bütün gülüşlerinin, eğlenişlerinin altında saklı bir can sıkıntısıvardı ki onu daima bir zevkten diğerine sevk ederdi.
- Düşünüyordu ki işte bütün bir kış bunlardan uzak kalmıştı. Nihal'i dinlerken hayalinin üzerine ışık tufanları, renk çağlayanları dökülmüş köşeler açılıyor; Odeon sahnesinin bir yanını, Concordia'nın çılgınca bir eğlencesini görüyor; sonra çıplak omuzlar, kollar, mini mini zarif beyaz satenden iskarpinler hızlı bir uçuşla gözlerinin içinde uçuyordu. O zaman yüreğinde derin bir özlem duyuyordu. Onun hayatı işte o eğlence ortamının heyecanları içinde yuvarkanmalıydı. Nasıl olmuştu da koca bir mevsimin o bitmez tükenmez gecelerini bu hüzünlü eskimiş yalının koltukları içinde artık yaşlanarak ölümün soğukluklarından mangal altlarına kaçan hasta kediler uyuşukluğu ile geçirmişti? Kuşkusuz Bihter'i seviyordu. Hayatında hiç böyle derin ve uzun bir sevda meydana gelmemişti. Bu, elbette, onun ilk ve sona aşkıydı; ama bu hep böyle aynı buluşmalar, aynı saatlerde söylenen aynı sözler, aynı bağlılık yeminleri ile karşılıklı alınıp verilen öpüşler, evliliğe özgü bir biçimde ve anlamda sürüp gidecek miydi? Yavaş yavaş bu sevişmenin hep bir çeşit tatları arasında yenilikler, başkalıklar ister olmuştu. İlk haftalarda onları titreten, korkutan şeyler oluyordu. Birbirlerine tamamıyla sahip oluncaya kadar aşıkdaşlıklarında daha alınacak yollar, daha göze alınacak tehlikeler kaldıkça doyuma ulaşılacak emellerin heyecanlı sıcaklığını duyarlardı. Ama sonra artık bu sevişmenin sürmesinden başka beklenecek bir şey kalmayınca durgun saatler, o sessizliği bir can çekişme ezincine benzer bir teviye saatler başlamıştı.
- (...) ne acayip, ne acı ve iğrenç şeyler dinlemiştil Karısının mücevherlerini satıp fahişelere yediren damatlar, çocuklarını aç bırakıp Galata meyhanelerinde sürten babalar, dışarıda yüz kişinin uşaklığına dayandıktan sonra evinde bir kap yemeğin etrafına zalim bir istibdadın zehirlerini döken kocalar... Bunlar bitmez tükenmez değişiklikleriyle onun gözlerinin önünden geçerdi. İnsan yaradılışının ne kadar kötü, çirkin, aşağılık, murdar, miskin hastalıkları varsa, burada ona acılarını anlatırlardı. Böyle, hastane onun için insan hayatına dürbünlerini dikmiş bir rasathane hükmünü alırdı ve burada dürbünlerin bütün camları dünyayı karanlıklara gömen bir karanlıkla renkliydi.
- İnsan, üzüntülü ve sevinçli zamanlarında kalbinin dayanamayacağından fazlasını duyarlı bir kalple bölüşmek ister...
- Ve evrenin bu son gecesinin tek seyircisi olarak, bütün o karların altında donmuş manzaraların kenarında kendisini görüyordu; bir kişi, bu ölmüş evrenin içinde yapayalnız! Şimdi de böyle değil miydi? Yapayalnız...?
- Bu kalp kimin kalbi olabilirdi? Bütün etrafındakilerin kalpleri ondan uzaklaşmış idi; hiç, hiçbir müşfik kalp görmüyorduk i o şifa verecek gözyaşlarını serpmeye muktedir olabilsin, şimdi artık hepsiyle yabancılaşmış idi, hepsiyle...
- İnsanlar hayattan, tiyatro sahnesinden geçen sanatçılar gibi geçmelidirler..!
- Cinayeti kaldırmak, savaşı yoketmek, fakirliği, yoksulluğu kaldırmak mümkün mü?İstediğiniz kadar ağlayınız.Fayda?Hiç..!
- Hayatta ölümlerin en korkuncu, içinde yaşadıktan sonra o zamana kadar mahvedilen yaşama isteğinin uyandığı bir sırada ölmek..!
- Bir şey iki türlü sevilir: Son derece şiddet-i hissiyatla yahut metin ve kuvvetli bir muhakemeyle..!