- Sözlü Deneme Sokrates' in baldıran zehrini içtikten sonra, önce ayaklarının ağırlaşmasıyla başlayacak olan mutlak ölüm sürecinde, çevresini saran arkadaşlarına "ölümden sonra hayat"ın varolduğunu kanıtlamaya çalışması, müthiş bir denemedir. Ölüme karşı hayatın savunulduğu bir deneme.
- İnsanoğlunun kötülüğü karşısında uyuşup kalmıştım.
- Amerikan başkanlarından Woodrow Wilson "Eğer bir köpek yüzünüze bakıp da yanınıza gelmiyorsa vicdanınızı kontrol edin" buyurmuş. Bence en eğlencelisi eski ABD başkanlarından Truman'ın sözü: " Washington'da (yani politikanın merkezinde) gerçek bir dost istiyor musun? Bir köpek al!" Acaba bu kural Ankara'da da bu işler mi dersiniz? Onu bilemem ama benim de bu güzel sözlere ekleyeceğim alçakgönüllü bir cümlem var: Kopek ısırığının acısı geçici, insan ısırığının ki kalıcı olur. Tecrübeyle sabit!
- Müziğin bazı insanları, diğerlerinden daha fazla heyecanlandırdığı, daha fazla etkilediği üzerinde durdular. Kreutzer sonat yazarı Tolstoy'un, çalışırken ve bazı hassas dönemlerinde müzik dinleyemediğini konuştular. Büyük yazar müzikten çok etkilendiği için, duygularının fırtınaya tutulmuş yaprak gibi olduğunu, varlığının en temelden sarsıldığını söylüyor, bu yüzden müzik dinleyemiyordu. Max, arkadaşlarına Nadia'nın da o insanlardan birisi olduğunu söyledi. Müziği bizler gibi "güzel sesler" olarak algılamıyordu o. Varoluşu temelden sarsılıyordu.
- Belki romantizm de bulaşıcı bir şey. Bu iş sadece dönemle açıklanabilir. Zamanın ruhu dedikleri şey doğru galiba.
- Schubert bu eseri 1826'da yazmıştı. Bir yaz günü, pazar sabahı Schubert dostlarıyla dolaşırken yakın arkadaşı Tieze'nin Zum Bierstack bahçesinde, bir masada oturduğunu görüp yanına gitmişti. Tieze'nin önünde, açık bir kitap vardı. Schubert kitabı alıp sayfalarını karıştırdı. Bir sayfada durdu, o sayfadaki şiiri gösterdi ve "Aklıma çok tatlı bir melodi geldi, keşke yanımda bir nota kağıdı olsaydı" dedi. Arkadaşı Doppler, bir tren biletinin arkasına bir kaç nota çizgisi çiziktirdi. Schubert o bahçede çalınan kemanların, oradan oraya koşan garsonların ve eğlenen insan kalabalığının arasında bu ölümsüz melodiyi yazdı.
- "Söyleyeceklerim belki anlaşılmaz gelebilir ama" dedi, "güzelliğin bu derecesi içimde sevinçle birlikte bir acı duygusu yaratıyor. Belki de insan olmanın sınırlarının aşıldığını hissediyorum. Varoluşsal bir boşluğa düşüyorum. İnsan böyle bir şeyi nasıl yaratabilir, nasıl yaratabilir? Tanrı'nın sesi bu!"
- Benim gözümden Yaşar Kemal Yaşadığı çağın insanlarını gözlemleyerek doğadaki, teknolojideki değişimlerin insanları nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışarak kurmuş eserini. Bu işi edebiyatın ana nehrine dökülen coşkun bir nehir üslubuyla başarabilmek, Yaşar Kemal denilen edebiyat mucizesini ortaya çıkarıyor. Yaşar Kemal edebiyatta, müzikte, resimde, hangi dalda olursa olsun, oyun oynamamayı öğretti bana. Çünkü sanat oyun değildir. Elbette yapıtları okurken, izlerken, dinlerken insanlar zevk almalı. Sanatçı bunu başaracak hüneri ortaya koymalı. Ama sanat hiçbir şekilde bir eğlence kabul edilemez.
- Eski siyah beyaz fotoğrafları daha çok seviyordum. Sanki o resimlerde insanların yüzündeki ifade dramatik, ışık ve gölgeler çok daha ustaydı. Belki de bunların hepsi stüdyoda çekildiği için oluyordu bunlar. Fotoğrafçılar kadınla erkeğin hep belli bir biçimde durmalarını sağlıyorlardı. Genç kadın şık bir iskemleye oturuyor, takım elbiseli ve kravatlı erkek yanında ayakta duruyordu. Bir elini de laubali olmayacak bir biçimde sandalyenin arkalığına dayıyordu. Daha kalabalık aile resimlerinde de yaşlılar öne dizilmiş sandalyelere oturuyor, torunları kucaklarına alıyor, orta yaşlı ya da genç olanlarsa onların arkalarına sıralanıyor, ayakta duruyorlardı. Bu fotoğraflardaki koreografi hiç değişmiyordu. Türk halkının resim çektirme biçimi buydu.
- Serenade für Nadja