- Türkiye'de toplumu etkileyen çevreler durmadan "öldürme" propagandası yapıyor. Devlet adına kurşun atanlara tapıyor; namus cinayetlerini anlayışla karşılıyor, maç nedeniyle milli hisleri kabararak insan öldürenleri anlamaya çalışıyor. Sokakta nedensiz yere kedi köpek tekmeleyerek ve bahçesinde bir koyunun derisinin yüzülmesini keyifle seyrederek, adam öldürmeyi yiğitlik zanneden çocuklar, büyüdükleri zaman her an öldürmeye hazır bir ruh durumunda yaşıyorlar.
- Günümüz Türkiye'sini en iyi tanımlayabilecek anahtar sözcük "değişim"dir. Bu değişim sürecinde, kültürel kimliğini tanımlamış, tarihinden gelen çeşitli, değişik öğeleri bir ulusal kimlikte buluşturmuş olarak mı giriyoruz? Bunun yerine, her birinin ötekini yok etmeye çalıştığı Doğu, Batı, Levanten, Kürt, Laz, Egeli, Müslüman, ateist, Alevi, Sünni, Amerikancı, Ortadoğucu, asker, sivil; kör dövüşü mü yaşıyoruz?
- Temel eğitimi bitiren çocuklarımız uygarlığın belki de ilk koşulu olan şiddetten uzak durmayı, başka insanlara saygı göstermeyi, doğayı sevmeyi becerebiliyorlar mı? Yoksa iş olsun diye bitirilen okullardan, kültür ve eğitim düşmanı hoyrat, kaba gençler mi yetişiyor?
- Ölümlü olduğunu bilen tek yaratık, yani insan için inanç o kadar önemli ki, her türlü kirli emel, para ve iktidar hırsı bu örtünün altına gizlenebiliyor.
- (...)Ama çoğunluk ne yazık ki gösteriş düşkünlüğünden kurtulamıyor. Yalnız zenginler değil, orta tabaka da içinde olmak üzere her kesim birbirine karşı gösteriş yapmayı seviyor. Ama bir yandan da nazar değer diye ödü kopuyor. Nazara karşı bu kadar çok önlem alınan başka bir ülke biliyor musunuz? Nazar boncukları, üzerlikler, kurşun dökmeler, ateşe buz atmalar, her sözün başında "Maşallah" demeler, "Tu! Tu! Tu!" diyerek tahtalara vurmalar, muska taşımalar, nazar duaları okumalar, burun ve popo kaşımalar hep kötü göze karşı korunmak için değil mi? Nazar, eşitlikten bu kadar uzak ve gelir dağılımı aşırı derecede bozuk bir ülkede, korkunç bir gösteriş merakının pençesinde kıvranan toplumun yadsınamaz bir gerçeği olarak beliriyor.
- ''Benim tezim, bütün halkların, bütün kültürlerin birbiri hakkında önyargılara sahip olduğudur. Eğer bir gün bu önyargı kelimeleri, yani Avrupa dillerindeki barbar, Japon dilindeki gaijin, Müslümanlardaki kafir, Almanlardaki Ari olmayan gibi önyargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz, bence tam olarak şudur: İnsanın değerlerinin sadece insan oluşundan geldiği: din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı.''
- '' İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer.'' -s.46 ''Fyodor Dostoyevski, insanın ancak acı çekerek olgunlaşacağını söyler. Bu açıdan bakınca İstanbul'un benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Çünkü ben bu şehirde olgunlaştım.'' -s.55
- Okuma zevki Hayatta yapılan her güzel iş gibi, kitap da zevk alarak okunmalı. Edebiyat, ne kadar derin düşünceler anlatılırsa anlatılsın, bunları okura zevk verecek, sayfaları sabırsızlıkla çevirtecek, hatta "aman bitmesin" dedirtecek bir biçime büründürme sanatıdır.
- Nasıl Yazmalı? Üslup konusuna en çarpıcı biçimde yaklaşan yazar Stendal olmuş. Diyor ki: 'en iyi uslup, zabıt katibinin uslubudur.' Romanlarıyla Balzac'tan Tolstoy'a kadar birçok yazarı etkilemiş olan Stendal'ın bu goruşu hiç yabana atılmamalı. Çünkü edebiyat bir laf ebeliği değil, insan ruhunun derinliklerine ulaşma sanatı.
- Yasaya uygun olmayan hayat değişmez ama hayat uygun olmayan yasa değişir. Aslolan hayattır. ( syf 124 )