- ??Arabistan'ın yakıcı güneşi altında kertenkele ve hurmadan başka bir şey bulamayan bu insanlar, bütün güzellikleri İran'da gördüler; mamur yerleri, tarlaları harabeye çevirdiler; imparatorluk sarayları baykuş yuvasına döndü. Ateşkedeleri hâk ile yeksan ettiler. Bütün kitaplarımızı yaktılar. Çünkü kendilerinde bir şey yoktu. Onlardan üstün olmamamız için ve kendi dinlerini kolayca beynimize işlemek için bilimimizi, varlığımızı yok ediyorlar... Bütün görkemimiz yok oldu gitti... Tarihî şehirlerimizi kimse tanımıyor. Kuşlar başka diyarlara göç etmiş sanki... Bahçeler çiğnenmiş, ölüler yerde kalmış... Artık kuşlar gül dallarına yuva yapmaz oldu. Gökyüzü kapalı ve kasvet verici. Herkesin üstüne koyu bir kefen geçirilmiş. Aç karga sürüleri havada kol geziyor; pınarlar kurumuş, çayırlar sararmış, solmuş; memleket can çekişiyor; elden gidiyor, ölüyor.??
- ??Ülkemize küfredildi. Ayaklar altında çiğnendi... Yurdun bu köşesinde dünyaya geldik biz... Atalarımızın yattığı yerler... Çocuklarımız bir gün gelecek; gülecekler burada... Kuş sesleri ile cıvıl cıvıl gür ormanlar var... Güneşin altın rengi ışıkları altında çiçekten dalları eğilmiş ağaçlar var... Yemyeşil kırlar, zincifre tepeler... Kuşların uçuştuğu masmavi gökyüzü... Yollardaki bembeyaz tozlar... Gelip geçen bulutlar... Yemyeşil kırlar... kırmızı güller... dallarda inleyen bülbüller... usul usul yayılan inekler.... ekip biçen mavi, uzun gömlekli çiftçiler... ağustos böceklerinin sesleri... cana can katan sabah meltemi... kervanın tekdüze çan sesi... Vatan denilen şey ruhumuzun aşina olduğu çiçek, bitki, canlılar, her şey. Onların ataları da bizim atalarımızla yaşamış ve onları da bizler gibi bu toprağa, bu suya bağlıyor... Bizim zehirli hayatımızı çekici kılan da bu göz alıcı şeyler zaten... Yazık ki hepsi ayak altında kaldı, çiğnendi, mahvoldu gitti!... Cennetin bile kıskandığı bu güzel ülkenin tüm bağları bahçeleri, tarlaları viraneye döndü, baykuşlara mekân oldu! Zulme uğramadık yer kalmadı...??
- ??Daha kötü olur. Yanlarında ateş gürzü var. Pencerenizden ışık geldiğini görmüşlerdir. Her tarafı incelerler. Tanırım onları. Gözleri vahşî hayvanlarınki gibi parlar. Karanlıkta da görürler. Kılıklarından korkuyorum. Maymun gibiler. Vahşî kara gözler; çenelerinin altındaki kurumuş yara; çirkin sesleri.??
- ??Biz özgürlüğümüzü korumak için savaştık Hiçbir zaman din adına başkalarıyla savaşmadık Başkalarının dinini, töresini hor görmedik; serbest bıraktık onları. Siz kendinizi allâme sanıyorsunuz ama Tanrı bilgisinden haberiniz yok. Gözü, gönlü aç, ne oldum delisi olmuş şeyler! Bizim dinimiz hakkında ne konuşabilirsiniz ki? Dünya ne kadar eskiyse, bizim dinimiz de o kadar eski. Daha dünkü insancıklar, başımıza peygamber mi kesileceksiniz? Bakın, kendinizi doğru yolda sanıyorsunuz ama yırtıcı hayvanlar gibi davranıyorsunuz. Sizin taptığınız Tanrı, Ehrimen, savaş tanrısı, cinayet tanrısı, kinci tanrı, kan isteyen yırtıcı tanrı. Sizin işleriniz, davranışlarınız işkence ve alçaklık temeline oturmuş. İnsanların kanını dökmeye susamışsınız. Yaptığınız her şeyle dünyayı kirletiyor, insan soyunu alçaltıyorsunuz.??
- ??Görünüşe bakılırsa mimarlık, çini, resim ve kalem işi sanatları Sâsânîler döneminden sonra İsfahan'da ve Safevîler döneminde tekrar canlanarak doruğa ulaştı. Bu devreye ait şaheserler İslam sonrası dönemin en iyi örneklerinden sayılıyor. Hint, Moğol ve Arap sanatı adına Avrupa'da bilinen şeylerin tümü İran icadı ve İran' a özgü. Hele hele çıplak ayakla kertenkele peşinde koşan Arapların beynine sanat düşüncesi giremezdi. Onların olduğu bilinen ne varsa, aslında başka milletlere ait. Nitekim bugün de Arap mimarisi İran mimarisinin soytarıca bir taklidinden ibaret.??
- ??Fakat İsfahan'da hâlâ yok olmayan bir şey varsa, o da kapılarının üstlerinde Rüstem ile Efrâsyâbve Perhad ile Şirin resimlerinin bulunduğu eski tarz hamamlardır. Sebebini sordum; biri dedi ki: İnsanlar sabah erkenden hamama giderler. Resimleri eski İran efsanelerine uygun olacak şekilde yaparlar. Halkta cesaret ve vatanseverlik duygularının uyanması için kahvelerde de Şehname okunur. Bu tahmin biraz garip geliyor ama yeni hamamların bazılarının kapısına komik bir şekilde duşun altında çömelmiş, hamamcıdan bornoz alan bir adam resmi çizilmiş.??
- ??Bu sırada kahverengi gözlü, siyah burunlu ve kalın enseli bir köpek yavrusu girdi içeri. Adı Barni'ydi ve sigara dumanından hoşlanmıyordu. İran'da Yeşilay derneği olsa, mutlaka üye olurdu.??
- ??İslamiyetten sonra genel olarak düşünceleri ve yaşam şartları, özel olarak da kadın'ın durumu değişti. Kadın, erkeğin esiri olup eve çakıldı kaldı. Çokeşlilik, kaza ve kader fikirlerinin aşılanması, matem, gam ve keder insanların dikkatini büyüye, tılsıma, duaya, cine yönlendirdi ve bu yolla bir dizi hurafenin doğmasına yol açtı.??
- ??Pis, rezil bir hayatım var. Kıyamet günü işime yarayacak. Sık sık gülüyorum kendi halime. Başka çare yok. Artık Tahran'a da şikayet mektubu yazamam. Utanıyorum. Ne yapılabilir ki? İki kişiyle yüz yüze konuşamıyorum. Ne kadar düşünsem, yine de çok komik. Çok yorucu ve saçma... Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor."
- ??Hidayet son yıllarında vaktinin çoğunu Kafka'nın ve başka Avrupalı yazarların yapıtlarını çevirmeye ayırdı. Yıllar hızla geçiyor, önemli bir şey üretemeyen Hidayet gitgide daha da huzursuzlaşıyordu. 1950'nin sonunda İran'dan ayrılıp Paris'e gitti. Orada dört ay kaldı. Gittikçe derinleşen bir bunalıma düştü. Ve son intihar girişiminde başarıya ulaştı: "Başbakan olan eniştesinin, Müslüman bir yobaz tarafından 7 Mart 195l'de katledilişi, kendi canına da kıyması için, bardağı taşıran son damla oldu. Paris'te günlerce havagazlı bir apartman aradı. Championnet caddesinde buldu aradığını; 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerinin kalıntıları, yanı başında, yerdeydi."