- Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.
- Etrafı çevrilmiş bir geyik gibi kin ve yeis ile çırpınan ve bir çıkar yol arayan kafası mütemadiyen ağrıyordu. Bir aralık aklına Muazzez'i kaçırdığı gün, öğleyin eve gelirken çocukların kovaladıktan an geldi. Bu anda kendini ona o kadar benzetti ki, gözleri yaşardı. Tıpkı o arı gibi hem kuvvetli, hem zayıftı. Tıpkı onun gibi etrafını insafsız kimseler sarmıştı. Zehirini akıtmasına imkân vermeden onu kıskıvrak yakalıyorlar ve müdafaa vasıtalannı elinden alıyorlardı. Önüne bir lokma ekmek tutuluyor ve bunun geri alınması tehdidiyle en olmayacak şeyler yapılıyordu. İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahluklann mahkûmu olmak çok harap edici bir şeydi.
- "Annen evde yok mu?" dedi. "Yok, Yusuf!" Biraz sonra ilave etti: "Galiba komşuya gitti. Bilmem. Giderken bana söylemedi!" Yusuf bir müddet durdu. Sonra kansına gözlerini dikerek: "Bana Allahaısmarladık, Muazzez!" dedi. Muazzez önüne bakarak mırıldandı: "Ne zaman gelirsin, Yusuf?" "Belli olmaz, belki haftaya gelirim!" Bir türlü gidemiyordu. Dudaklannı ısırarak kâh önüne, kâh Muazzez'e bakıyor, sağ ayağının burnuyla bahçenin toprağını eşiyordu. Sükûtu ilk bozan Muazzez oldu: "Hep böyle gidip duracak mısın, Yusuf?" K ocası "Ne demek istedin?" der gibi ona baktı. Muazzez şaşırarak: "Ne bileyim Yusuf! Sensiz canım sıkılıyor... Bazen on beş gün gelmediğin oluyor. Seni çok arıyorum, çok göreceğim geliyor!" "Bu kadar mı, Muazzez?" Yusuf, bu sözün nasıl ağzından çıktığına şaştı. Bununla ne kastettiğini pek vazıh bilmiyordu. Yalnız Muazzez'in çehresi birdenbire değişmişti. Evvela bir korku, sonra müthiş bir acı onun çocuk yüzünü kapladı. Nefes alır gibi hafif bir sesle: "Bu kadar değil, Yusuf!" dedi ve hıçkırmaya başladı. Yusuf onun kolunu tuttu: "Ne var öyleyse Muazzez?" dedi. "Daha başka neler var?" Genç kadın büsbütün boşanan gözyaşı tufanı ile cevap verdi. Yusuf un gözleri karanyordu. Karısını kucaklayıp okşamak ve teselli vererek onu susturmak, birçok şeyler bildiğini, fakat onu mahkûm etmediğini söyleyerek, aralarındaki buzdan duvarı çözmek istiyordu. Lâkin bir el onu olduğu yerde dimdik tutuyor, parıltısız gözlerle karısına baktırıyordu. Yavaş bir sesle, sadece: "Sus, Muazzez, çabuk dönerim!.." dedi. Gitmek için bir hareket yaptıktan sonra tekrar başını karısına çevirdi, bir sır tevdi ediyormuş gibi ilave etti: "Belki her şeyi düzeltiriz." Bu söz üzerine Muazzez'in vücudundan bir ürperme geçti. Yaşların altında parlayan ve birdenbire büyüyen gözlerle: "Yusuf... Ah, Yusuf... Her şey düzelir mi!" "Bilmem... Belki... Sen kendini kaybetme de beni bekle..." Bu sefer Muazzez onun koluna yapıştı: "Buralardan gidelim Yusuf!" dedi. "Gidelim!" "Sen gelir gelmez gidelim, olmaz mı?" "Öyle birdenbire nasıl olur? Hele ben döneyim de, beraber oturup düşünürüz!" Genç kadın tekrar eski haline döndü. Gözleri dalarak: "Bilmem... Çabuk gelirim dedin, değil mi? Hep seni bekleyeceğim..." Yusuf, elini karısının omzuna koydu: "Üzülme... Kendini topla... Çocukluk etme!.." dedi ve bahçe kapısından çıkıp, atma atladı. * * * Bunu takip eden günleri Yusuf, ömrünün sonuna kadar unutamadı ve her hatırlayışında içini kâh nihayetsiz bir kin ve hiddet, kâh günlerce süren bir teessür ve hüzün kapladı.
- Yusuf u en çok üzen, kendi kendine sorduğu şu sualdi: "Niçin onu bıraktım?.."
- "Muazzez, üşüyor musun?" Genç kadın cevap vermedi, Yusuf sualini tekrar edince göğsündeki vücut biraz titredi, hırıltıya benzeyen birtakım sesler çıkardı. Yusuf korkuyla onu sarstı: "Nen var Muazzez?" İnce, zayıf bir ses cevap verdi: "Yusuf!.." "Söyle, Muazzez!.." "Ben yaralıyım galiba, Yusuf!.." Genç adam dizginleri elinden attı. Hayvan büsbütün hızlandı. Yusuf un gözlerine ve ağzına karlar doluyordu: "Ne diyorsun Muazzez!" diye haykırdı. "Nerenden yaralısın?.. Kim vurdu seni?" Genç kadın cevap vermedi, kocasına sarılan kolları onu sıkmaya çalıştı. Yusuf tekrar sordu: "Yaran nerede? Bir yerde durup bağlayalım!" "Bilmem Yusuf... Nasıl istersen... Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor... Sonra canım çekilir gibi oluyor... Ama durmayalım... Çabuk gidelim!" Yusuf şaşkın gibi: "Nereye gidelim?" dedi. Muazzez ancak duyulabilir bir sesle: "Nereye istersen götür Yusuf... Gidelim!" diye fısıldadı.
- Bu sırada gocuk kaydı ve genç kadının vücudu meydana çıktı. Sol omzunda, boğazına yakın bir yerde kan pıhtıları birikmiş ve elbisesini, ta aşağılara kadar boyamıştı. Yusuf gözlerini bu yaraya dikti ve belki yanm saat, hiç kımıldamadan baktı. Orada, o kanlı çukurda, şimdiye kadar geçen bütün hayatını görüyor gibiydi.
- İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti.
- "Onu unutamayacaksınız!.." dedi. "Ondan ayrılamayacaksınız!" Macide düşünceli gözlerle yanındakini süzdü. ... "Ben ondan ayrılmaya daha evvel karar vermiş bulunuyordum... Her şeye rağmen!" ... "Fakat beklemek lazım... Uzun zaman!"
- Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
- Evden ciktiktan sonra bir sey unuttugunu fark ederek duraklayan, fakat unuttugunun ne oldugunu bir turlu bulamayarak hafizasini ve ceplerini arastiran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adimlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzütülüyüm...