- Hayattan fazla şeyler bekleme.
- Geçen gün Ceza Reisi bir kitap verdi. Şöyle karıştırdım. Derin bir şey. İsmi Âmak-ı Hayal, senin anlayacağın, hayalin dibi. Orda yazıyor: Bir gün Allah peygamberleri çağırıp sormuş, saadet nedir? demiş. Her biri kendilerine göre cevap vermişler. Musa: Arzı Mev'uda gitmektir; İsa: Bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır; Buda: Hayatta hiçbir arzusu olmamaktır, yollu şeyler söylemiş. Sıra bizim Muhammed'e gelince: "Saadet hayatı olduğu gibi kabul etmektir..." demiş. Ne doğru söz!
- Sonra en mühimi: Kendini halinden şikâyet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefası tükenmez; kendine etmiş olursun.
- Kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmeyen ve "ya gazi, ya şehit!" diye bağırdıkları halde ölümü akıllarına bile getirmeyen zavallılar... Hayatın yeknesaklığı içinde birdenbire beliriveren bu korkunç değişikliği gülerek kabul eden, ona koşan ve ne için, kimin için ölmeye gideceklerini, nerede ve nasıl öldürüleceklerini sormayı asla akıllarına getirmeyen kahramanlar...
- Fakat kafasının bir köşesinde hâlâ bu baş eğmenin muvakkat olduğuna, bir gün "kendi istediği gibi" hareket etmek imkânlarının tekrar doğacağına dair bir ümit yaşıyordu.
- Meğer kendisine 46 yaşında ihtiyarlamış gözüyle bakılan hasta Salâhattin Bey bu evi ne kadar çok dolduruyormuş? Dört odalı ahşap bina sanki birdenbire tamamen boşalıvermişti.
- "İyi ama, Yusuf, sen köylere gidip günlerce kalırsan, ben burada ne yaparım?" demek oldu. O zaman Yusuf'un da çehresi değişti; birdenbire düşünceli bir hal aldı. Bu cihet onun da aklına gelmemişti. Şimdi buna hayret ediyordu: Nasıl olmuş da bunu hiç düşünmemişti. Birdenbire aklına babasının bir lafı geldi: Kızılbaş köyünde, Yusuf Ayvalık'ta arabacılık yapmaktan bahsederken, Salâhattin Bey: "Sen çalışmaya gidersen karın ne yapar?" demişti. İşte şimdi Yusuf çalışmaya gidecek ve karısı yalnız kalacaktı. Acı acı gülerek: "Keşke yalnız kalsa!" diye mırıldandı.
- İnsanı kaçırmak marifet değil, doyurmak marifet...
- Yaptığı şeylerin memnu olmadığı esasını bir kere kabul ettikten sonra, farkında olmadan, daha ileri gitti. Daha doğrusu, götürüldü.
- Daha her şey kaybolmamıştı, fakat Muazzez kendisini dayanılmaz bir cazibenin çektiğini, kendi iradesinin onu bu yoldan döndürmeye kâfi gelmeyeceğini anlıyordu, ara sıra beliren bir hissin şevkiyle, kendini daha kuvvetli bir insana sürüklet-mek, buradan uzaklaşmak istiyordu. Bu insan Yusuf'tan başka kim olabilirdi? Halbuki o her şeyden habersiz, atını tımar ediyor, köylere gidiyor, ayrılırken de, alay eder gibi, karısının avama birkaç gümüş mecidiye sıkıştırarak: "Al karıcığım, idare etmeye çalış!" diyordu.