- Devlet; bu kelimeye bayılıyordu. Evvela insan, tek başına bir devlet...Sonra aile, muhit, zümre, cemiyet, vatan...Büyük devletten küçüklerine doğru topyekun hayat, içi içe devletlerden kurulu...Her yerde, her işde, her toplulukta bir sultan ve tebeası.
- Dünya ve insanlık, sonsuz bir mesafe hattı üzerinde fezanın dipsiz bir noktasına doğru kaymakta ve ruh, ahlak, din, edep gibi mefhumları, gittikçe küçülen ve sönen yıldızlar gibi gerilerde bırakmaktadır.
- Her kadını her erkeğin malı kabul edici sosyal bir vitrin... Ayrıca bu vitrinde kadın vücuduna ait hiçbir mahrem nokta tanımamak gibi sosyal bir ölçü...
- Mini etek, günah utancını atmanın ve gizliliği kaldırmanın sembolü olmuştur ki, diz kapaklarının üstünde açtığı dört parmak mahrem yere karşılık ruhlarda yırttığı ve kanattığı mıntıka bakımından belaların en büyüğü makamındadır.
- Nasıl olur?..Düşünen bir varlık nasıl yok olabilir?..Şuur isimli haysiyet ele geçer de sonra nasıl silinir?Korkunun bu kadar büyüğü altından nasıl hiçlik gelebilir? Haydi madde, et, kemik silinsin; fakat fikir, hiçbir bıçağın kesemediği o ulvi mevcut, nasıl gider, nasıl kalmaz, gelmiş ve olmuşken, gelmemiş ve olmamışa dönebilir?
- Kiremitleri başıma yağmur gibi yağan büyük şehirde ne olmaya, bu cehennemi faaliyet sahnesinde hangi rolü benimsemeye, hangi hayat şeklini yaşanılacak değerde bulmaya doğru gidiyorum?
- Biz ruhun nerede bulunduğunu göstermeye değil, iddia edilen yerde olmadığını ispata memuruz!
- Gözler, kalb denilen kirli çamaşır deposunun türlü renklerle perdeli yuvarlak pencereleridir. Ve her şey insanda özenti ve gülünç; seyredeni kahkahadan çatlatacak kadar kadar gülünç...
- Dış dünya dediğin içimin, iki göz bebeğinden dışarıya aksetmiş sinema perdesi değil de nedir?
- Ben insan karakterini yüzlerden ziyade ellerden okurum. Yüz yalan söyleyebilir, el söyleyemez.Ah surat, sen ne riyakarsın; ve sen el, ne kadar samimi...Rençber, kral, işçi, dilenci, kaatil, kumarbaz, hatipi filan, falan...Ellerini düşünün!..Müthiş!..